Bir fırtınanın ortasına atılmıştı, sıcak hava dalgaları yükseldi ve Zong Zi Heng'in etrafını sardı. Giderek daha da terliyordu, sanki diri diri haşlanıyormuş gibiydi.
Uykusundan yorgun bir halde uyandı.
Gözlerini açtığında hala şaşkındı ve kafası karışmıştı. Nerede olduğunu, günün hangi vakti olduğunu bilmiyordu ve kılını dahi kıpırdatacak takati kalmamıştı.
Çok geçmeden onu saran gücü hissetti. Aşağıya baktı ve Daming'deki sonbahar yağmuru sırasında uzun süredir devam eden kuzgun karası bulutlara benzeyen bir siyahlığın ona dolaştığını gördü.
Daha sonra neler olduğunu anımsadı, ardından Zong Zi Xiao'nun kolları ve bacaklarıyla onu sardığını fark etti. Zong Zi Xiao'nun vücut ısısı çok yüksekti, bu kadar bunalmış olması şaşırtıcı değildi ve zar zor nefes alıyordu. Önceki geceye ait şeyler gözünde canlanınca utançtan yüzü anında alev aldı.
Utanmaz adam!
Zong Zi Heng bedenindeki uyuşukluğa ve ağrıya dayanmaya çalışarak bu kucaklamanın içinden çıkmaya çalışsa da, demirden kollar daha da sıkı kapanmıştı. İkisi de çırılçıplaktı, tenleri birbirine değiyordu ve bu sağlam göğüs, bedenini yakan sıcak bir kalkan gibiydi.
Zong Zi Heng, elini Zong Zi Xiao'nun göğsüne koydu ve biraz geri çekilmeye çalıştı fakat, Zong Zi Xiao'nun bacakları kendi bacaklarına kenetlenmişti ve saçları da yatakta birbirine dolanmıştı. Sanki teninin her santimine, tepeden tırnağa Zong Zi Xiao'nun kokusu sinmişti ve şehvetin kokusuyla çevrelenmişlerdi.
Tıpkı sahibi tarafından işaretlenmiş bir av gibiydi.
Tam o sırada hafif bir fısıltı duydu.
"Anne."
Zong Zi Heng donakaldı.
"Anne, beni bırakma..." diye mırıldandı Zong Zi Xiao, kaşları sıkıca çatılmıştı ve kabusunun içinde boğulurken alnında ince bir ter tabakası belirmişti, "Ölme, gitme, ah...Anne...."
Zong Zi Heng uzunca iç çekti. Zong Zi Xiao'nun yüzündeki acı kalbinin sıkışmasına neden olmuştu. İnsanların önünde bu kadar güçlü ve yenilmez olan Yüce İblis, geceleri uykusunda bir çocuk gibi annesine sesleniyordu.
Ona son on yılı nasıl geçirdiğini sormak istiyordu. Fakat artık oturup barış içinde sohbet edemezlerdi.
"Dage...."
Zong Zi Heng'in tüm bedeni sarsıldı.
"Dage, değişme....kurtar beni, ben...." dedi Zong Zi Xiao ve bir kez daha kollarıyla bacaklarını Dage'sına sardı. Büyüleyici derecede yakışıklı olan yüzü, kabustan ötürü acıyla dolmuştu ve gözlerinin kenarlarından yaşlar süzülüyordu.
Zong Zi Heng'in kalbini hüzün kapladı ve gözleri doldu.
Zong Zi Xiao boğuk bir tonla seslendi, "Dage, korkuyorum..."
Keder, keskin bir kılıç gibi Zong Zi Heng'in kalbini deldi. Birkaç kez tereddüt ettikten sonra titreyen elini uzattı ve nazikçe Zong Zi Xiao'nun alnını okşadı.
Zong Zi Heng kardeşine karşı hep ilgisini ve sevgisini göstermişti; ona hayran olduğunu söylemek pek de abartı olmazdı. Bu olaylar olmasaydı, dünyanın en yakın kardeşleri ve yan yana yaşam mücadelesi veren paydaşlar olacaklardı. Xiao Jiu, şüphesiz hayatındaki en değerli insandı. Yüce İblis Zong Zi Xiao'ya karşı mesafeli olabilirdi ama kalbindeki Xiao Jiu'sunu asla terk edemezdi.
"Dage, Dage...."
Zong Zi Xiao, karanlığı dağıtan bir ışığa seslenircesine "Dage" deyip duruyordu. Sanki bunu söylemeye devam ettiği sürece karanlık onu alt edemezdi.