Önündeki her şey Xie Bi An'a tamamen yabancı bir yerde olduğunu gösteriyordu. Onun için çok tuhaf bir deneyimdi. Ama sanki yer değiştirmiş gibi hissetmiyordu, burada değilse nerede olması gerektiğini bilemiyordu. Kim olduğunu biliyormuş ama aslında bilmiyormuş gibi, zihni karmaşa içindeydi.
Bu yerle ilgili kendisine tanıdık gelen tek şey, kendi yaptıklarının aynısı olan tütsünün içindeki orkide kokusuydu.
"Ne düşünüyorsun?"
Arkasından gelen ses Xie Bi An'ın tüylerini diken diken etti.
Arkasındaki adam ne zaman buraya gelmişti? Hayır, aslında o adam başlangıçtan beri oradaydı.
Bildiği bir sonraki şey, iki güçlü kolun kendisini sımsıkı sarmış olduğuydu. Sırtı sıcak, geniş bir göğse dayanmıştı ve adamın nefesi sıcak bir rüzgar gibi ensesinden aşağı doğru iniyordu. Şaşkınlıkla başını arkaya çevirdi. Tam önünde bir yüz vardı ama net olarak seçemiyordu.
"Hm? Ne düşünüyorsun? Beni özledin mi?"
Adamın sesi tembel ve biraz boğuktu. Ses tonu evcil hayvanına sataşıyormuş gibiydi, en ufak bir saygı ibaresi yoktu.
Xie Bi An'ın hala kafası karışıktı ve içgüdüsel olarak bu kişiden uzak durmak istiyordu ama mücadele etmesine rağmen adam tarafından daha da sıkı sarınıp sarmalanıyordu.
"Ne, konuşamıyor musun?" dedi adam ve kulağına alaycı bir kahkaha ilişti, "Dilsiz değilsin, biraz önce çok tatlı sesler çıkarmıyor muydun?"
Bu adam kim ve neyden bahsediyor?
"Küçükken öfkelendiğimde, benimle ne kadar alay edersen et inat edip konuşmayı reddediyordum. Bana hep çocuksu olduğumu söylüyordun."
Adam, Xie Bi An'ın kulak memesini nazikçe yalamaya başladı ve usulca dişlerinin arasına aldı, "Neden sen de çocuklaştın, Dage?"
"Dage" kelimesi Xie Bi An'ın üstüne yıldırım düşmüş gibi hissetmesine neden oldu.
Adamın büyük eli aniden aşağı doğru indi, yorganın içine girdi ve Xie Bi An'ın erkekliğini kavradı.
Xie Bi An o kadar korkmuştu ki, titriyordu, direnmeye çalışıyordu ama hiç enerjisi kalmamıştı. Daha önce hiç kimse o bölgesine dokunmamıştı. Bu adam ne yapmaya çalışıyordu?
"Tekrar sertleşebilir misin ki? Bence evet," dedi adam, alaycı bir şekilde gülerken Xie Bi An'ın erkekliğini okşamaya devam etti, "Genellikle hep ciddi görünürsün ama içine iki kez girmiş olmama rağmen hala sertleşebiliyorsun. Ne kadar da müstehcen. Hep söylediklerinden çok farklı davranıyorsun."
Bu sözler Xie Bi An'ı o kadar utandırmıştı ki, hemen oradan kaçmak istiyordu. Daha korkutucu olan ise, bedeninin gerçekten de o adama tepki veriyor olmasıydı. Hangi cehennemdeydi, şu anda ne yaşıyordu ve bu kişi neden ona bu tür şeyleri yapıyordu?
Adam Xie Bi An'ın çenesini tuttu ve dudaklarını emmeye başladı. Bu öpücük sevgi dolu, sert, vahşi ve çapkındı; sanki adam onun yalnızca dudaklarını değil de tüm bedenini yiyip bitirmeye çalışıyormuş gibiydi. Öpücük öyle derin ve uzundu ki; neyin talep edildiğini, neyin değiş tokuş edildiğini, neyin ağzının içine döküldüğünü anlayabiliyordu ― tüm algıları tamamen açıktı. Çok gerçekçiydi, vazgeçmesi ve dudaklarından ayrılması çok zordu, sanki dünyanın en yakın iki insanı birbirine bağlanmış gibiydi.
Xie Bi An bir adamı öptüğüne inanamıyordu ama bu öpücük ona hiç de yabancı değildi.
Daha sonra yüzüstü bir şekilde yatağa doğru bastırıldı. Adamın beş parmağı tam başının üstündeydi, kulaklarına bir emir cümlesi ilişti, "Kalçanı yukarı kaldır."