Fan Wu She bir elini yanağına koymuş şekilde, yanında uzanan ve uzun süredir derin bir uykuda olan Xie Bi An'ı seyrediyordu.
Karşısındaki bu kişi gündüzleri çok nazik ve masum; geceleriyse oldukça savunmasızdı. Gecenin yarattığı "tahribat" yüzünden terli saçları yüzüne yapışmış; gözlerinin kenarlarında kırmızı izler belirmiş ve dudaklarını şişmişti. Usul usul nefes alıyordu ve ara sıra kirpikleri titriyordu ama öylesine derin bir uykudaydı ki, onu gören kimse onu uyandırmaya kıyamazdı.
Fan Wu She bu onurlu ve yakışıklı yüzü uzunca bir süre izledi. Bakışları bir anda battaniyenin altında kalan kar beyazı omuzlara yöneldi, dili damağı kurumuş gibi hissediyordu. Artık yalnızca gözleriyle izlemek ona yeterli gelmiyordu, ona doğru uzandı; parmak uçları hafifçe Xie Bi An'ın omuzlarında ve boynunda gezindi.
Efsuncu olduğu için sürekli tetikte olması ve en ufak harekette uyanması gerekiyordu ancak Xie Bi An'dan yana hiçbir tepki yoktu. Gerçekten de son derece bitkin düşmüştü. Yüksek rütbeli bir efsuncunun kendinden geçecek kadar yorgun düşmesi önceki gecenin ne denli vahşi geçtiğini kanıtlar nitelikteydi.
Fan Wu She içten içe şunu düşündü; bu sonuçta onun ilk seferiydi. Galiba kendime hakim olamadım. Sahiden de kendisine hakim olamamıştı; yüz yıl önce kaybettiği kişiye nihayet yeniden kavuşmuştu. İnsanlık dışı işkencelere, sonsuz karanlığa ve umutsuzluğa katlanmış, acı verici hasretin ve kalbini ezip geçen pişmanlığının ortasındayken, vuslata erip eremeyeceğini bilemeden ufacık bir umut ışığına tutunmuştu. Hayatta kalmış, cehennemden tırnaklarıyla kazıyarak tırmanmış ve sevdiği kişiye kavuşmuştu. Hal böyleyken kendisini nasıl tutabilirdi ki zaten? Hem yaşamda hem de ölümde, karşısındaki bu kişiden bir daha hiç ayrılmamak için her şeyi yapabilirdi; bütün benliğini bu kişinin bedenine kazımak için can atıyordu.
Shixiong'um, Dage'm, ruh eşim.
Xie Bi An'ı uyandırmaktan korkuyor olmasaydı, o anda onu kollarının arasına mühürlerdi.
Fakat güneş yüzünü gösterdiği anda, Xie Bi An her zamanki gibi uyandı. Puslu gözleri aralanır aralanmaz Fan Wu She'nin kendi üstüne odaklanan bakışlarıyla karşılaştı. Zihni bir anlığına bulanıklaşsa da hızlı bir şekilde kendine geldi. Önceki gecenin anıları zihninde su üstüne çıktıkça yüzü kızarıyordu.
"Shixiong uyandı demek," dedi Fan Wu She ve ona gülümseyerek baktı. Bu büyüleyici tilki gözleri o kadar duygu yüklüydü ki, insanın ruhunu baştan çıkarıyordu.
Xie Bi An ona bakarken kendinden geçti. Yüzü baktıkça alev atıyordu; arkasına dönmek istiyordu ama bunun münasip olmayacağını düşünüyordu, yine de onunla nasıl yüzleşeceğini bilemiyordu.
Fan Wu She, Xie Bi An'ın yanına doğru uzandı ve burnuna bir buse kondurdu, "Shixiong'un yüzü kıpkırmızı olmuş."
Xie Bi An farkında olmadan elleriyle yanaklarına dokundu, inanılmaz derecede utanıyordu. Şehvetle geçen gecenin anılarını hatırlamak istemese de hepsi birer birer gözlerinin önüne geliyordu. Bir çukur kazarak kendisini içine gömmek istiyordu.
Gerçekten anlayamıyordu, bu genç yaşta Fan Wu She tüm bunları nasıl yapabiliyordu? Yani...tüm o müstehcen ve utanç verici şeyleri. Üstelik bütün bir gece sürmüştü. Onunla beraber bu hovardalığı nasıl yapmıştı? Gerçekten çok tuhaftı.
Fan Wu She, Xie Bi An'ın yüzünü kapatmaya çalışan elini çekti ve kıkırdadı, "Shixiong neden hala böyle utangaç davranıyor? Dün gece halinden gayet memnun değil miydin?"
"S-Saçmalama," diyerek kekeledi Xie Bi An, "Daha, daha fazla bir şey söyleme."
"Utanınca da ayrı bir tatlı oluyorsun," dedi Fan Wu She ve onu öptü, "Seni tekrar yemek istiyorum."