Xie Bi An, Chidi Şehri'nde yüz gün boyunca ev hapsinde tutulmuştu.
İlk başta, ne uyuyabiliyor ne de uyanabiliyordu. Sanki tüm bedeni bir bataklığa gömülmüştü ve günlerini içine hapsolmuş şekilde geçiriyordu. Yine de çıkabilecek gücü yoktu; içine daha fazla gömülmüyordu ve olduğu yerde öylece duruyordu.
Dış dünyada neler olup bittiğini bilemiyordu. Zihnindeki en berrak anı Zhong Kui'nin ölüm anıydı ve o sahneyi asla zihninden atamıyordu. Önceki hayatıyla ilgili anılarını geri kazandığında, savaşmaya devam etmek için tek amacı Zhong Kui'nin güvenliğiydi. Ancak onu koruyamamıştı ve ölümüyle beraber tüm dünyası başına yıkılmıştı.
Savaşa çağrılan efsuncuların büyük çoğunluğu feci şekilde öldürülmüş, kalanları da yaralanmışlardı. Yenilgiden sonra herkes hüzünlü bir şekilde evine dönmüştü. Jiang Qu Lian, Fan Wu She'yi almıştı ve kendisi de Qi Meng Sheng tarafından Chidi Şehri'ne geri götürülmüştü. Ölümsüz İttifak büyük bir darbe alsa da, Qi Meng Sheng altın özünü arıtmakta başarılı olamamıştı, dünyanın en güçlü insanlarından biri ölmüştü ve Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı da gün yüzüne çıkamamıştı. Yüz yıldır gerçekleşen en büyük savaşta, kazanan tarafın kim olduğunu ve kiminse bozguna uğradığını kestirmesi zordu. Belki de herkes yenilmişti ve yalnızca yeraltı diyarındakiler zarar görmemişlerdi.
Sonuç olarak, peygamber devesi kendi arkasından gelen sarıasma kuşunu görmeden, önündeki ağustos böceğini takip etmişti.* Jiang Qu Lian, altın özü arıtma planlarına çomak sokmuş olsa da Qi Meng Sheng henüz pes etmemişti. Shen Nong Kazanı hala oradaydı ve altın özü mevcuttu; ancak çeşitli ilahi hazineleri kullanmak ve ocağın alevlerini dizginleyecek efsunlar bulmak artık imkansıza yakın sayılırdı.
ÇN: Anlamı zaten çok açık ama Türkçede bir nevi "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak" jdfbjsdf
Herkes Qi Meng Sheng'in uzun yaşamayacağını söylüyordu, ancak Altın Oymalı Yeşim Zırh sayesinde Li Bu Yu'dan bile daha uzun ömürlü olabilirdi. Lakin ölümsüz efsun dünyası için şu anda en dehşet verici şey o değildi; Cehennem Yolu'nda olması ve bir daha asla insan olarak reenkarne olmaması gereken Yüce İblis Zong Zi Xiao'ydu.
Xie Bi An bu yüz günde onu da çok fazla düşünmüştü; bazen Dage'sına güvenen ve ondan ayrılmayı reddeden Xiao Jiu'yu, ara sıra onu küçük düşüren ve ruhunda derin bir iz bırakan Zong Zi Xiao'yu, zaman zaman da ona aşık olan Fan Wu She'yi anımsardı. Hepsinin yüzü aynıydı ama kişilikleri çok farklıydı; ona tapan, güvenen, nefret dolu, zalim, mutlu ve arzulu. Ne zaman uyumaya çalışsa duyduğu sesler onu rahatsız ediyordu. Xiao Jiu'ya olan sevgisini, Zong Zi Xiao'yla yaşadığı acı dolu günleri ve Fan Wu She'yle aralarında olan karşılıklı sevgiyi unutamıyordu.
Hastaydı, tükenmişti, kafası karışıktı ve hatıralar yüzünden sürekli parçalara ayrılıyordu. Kendisini suçlarken boğuluyormuş gibi hissediyordu. Geceleri geç saatte, hava buz gibiyken, farkında olmadan hayatına biraz da olsa sıcaklık katan o kişiye sarılmak için elini uzatıyordu ama eli boşluğa düşüyordu.
O kişiye duyduğu hisler basitçe sevgi-nefret olarak ifade edilemezdi. Bu sevgi ve nefret öyle büyüktü ki, sanki yaşadığı gökyüzünü bir ağ gibi sarmıştı ve nereye giderse gitsin, hatta ölse bile kurtulamazdı.
Artık daha fazla dayanamadığı zamanlarda, Saf Zihin Tekniği'ni uygulayarak bir nebze de olsa sakinleşmeye çalışıyordu.
Her günü bu anılardan kaçmaya çalışmakla geçiyordu.
Onu bu kargaşadan uyandıran kişi, yaşıyor mu yoksa öldü mü bilinmeyen Qing Wu Zi'ydı.
"Demek hala yaşıyorsun," dedi Xie Bi An, pek de şaşırmış gibi görünmüyordu. Qing Wu Zi, hayatının büyük bir kısmını Jianghu'da geçirmişti ve sayısız zorluk yaşamıştı. Oldukça kurnazdı ve kendi hayatına değer verirdi. Huang Daozi'nın tüm nesilden nesile aktarılan öğretilerini miras aldığı için böylesine kaotik durumda bile kendisini koruyabilmişti.