"Dage......"
Mağduriyet ve keder dolu bir ses odanın içinde yankılandı. Yankılar sanki mırıldanan bir köpek yavrusunun sesi gibiydi.
Zong Zi Heng yatağında yatıyordu, gözleri kapalıydı ama uyumuyordu. Aslında Zong Zi Xiao da onun uyumadığını biliyordu, yine de gözlerini açıp onunla ilgilenmiyordu.
"Dage, çok yoruldum. Bacaklarım uyuştu."
"Xiao Jiu çok acıktı, ah. Bunca yolu tek başıma geldim, hem karnım aç hem de yorgunum. Sadece Dage'mı görmek istemiştim ama sen beni cezalandırıyorsun."
"Chunyang Sekti'nin bariyeri yüzünden neredeyse yaralanacaktım, bana hiç acımıyor musun?"
"Küçükken benim için hep çok endişelenirdin. Ne zaman düşüp yara bere içinde kalsam panikliyordun. Ama şimdi beni cezalandırıyorsun. Büyüdüm diye artık senin kardeşin değil miyim?"
Zong Zi Heng daha fazla onu dinlemeye tahammül edemedi. Ayağa kalktı, gecenin bir yarısı yerde çömelen ve başını yere doğru eğen Zong Zi Xiao'ya baktı. Öfkeliydi ama onun bu hali epey komiğine gitmişti, "Hala konuşmaya yüzün var mı? Sana saraydan kaçma iznini kim verdi?"
"Peki sana beni yalnız bırakma hakkını kim verdi? Ayrıca ben on iki yaşındayım. Bir efsuncu bu yaşa eriştiği zaman kendi kendine dışarı çıkabilir. Kimsenin iznine ihtiyacım yok."
"İyi o halde, nereye istiyorsan oraya git. Ama beni aramaya gelme."
"Ben seni gelip bulmasaydım, sen köşe bucak beni aramak zorunda kalacaktın. Seni büyük bir zahmetten kurtardım ama sen bunun bile kıymetini bilmiyorsun."
"Hala karşılık veriyorsun."
Zong Zi Xiao kaşlarını çattı ve yakınmaya başladı, "Dage, bacaklarım uyuştu. Gerçekten de uyuştu."
Zong Zi Heng kısa bir süre ona dik dik baktı, "Gel buraya."
Zong Zi Xiao'nun vücudu gevşer gevşemez neredeyse dizlerinin üstüne düşüyordu.
Zong Zi Heng farkında olmadan ona yardım etmek için elini uzattı ama sonra geri çekildi, hala Zong Zi Xiao'ya ciddi bir şekilde bakıyordu.
Zong Zi Xiao kalkmadan önce bacağını ovuşturdu, "Hiiğh, çok acıyor. Yarın yataktan bile kalkamayabilirim."
"Sadece dört saat çömeldin. Büyüdükçe daha da narin oluyorsun." dedi Zong Zi Heng ve kulağına dokundu.
"O zaman sen çömel bir de görelim."
"Neden çömeleyim ki? Ben aptalca bir şey yapmadım," diye yanıtladı Zong Zi Heng, öfkesi hala diriydi, "Daming'den tek başına çıkıp Luojinwu'ya geldin, üstelik bariyere dokundun. Ne kadar tehlikeli olduğunun farkında mısın?"
"Orada bir bariyer olduğunu bilmiyordum."
"Mesele bariyerden çok daha fazlası." dedi Zong Zi Heng, Aslan İttifakı'nı ve saldırıya uğradıkları o zaman nasıl ölümle karşı karşıya kaldıklarını düşünüyordu. Aradan üç yıl geçmiş olmasına rağmen hala korkuyordu. Nasıl oluyordu da bu velet tek başına ortalıkta koşuşturmaya cüret edebiliyordu? Her zaman çok küstah ve kibirli olmuştu. Büyüdüğünde nasıl birine dönüşecekti?
Zong Zi Xiao, Dage'sının endişelerini hissetmişti, "Dage, Gutuo Kasabası'nda saldırıya uğradığımız o yılı mı düşünüyorsun?"
"Demek farkındasın, ama yine de hiç temkinli davranmıyorsun."
"Ama sen de on iki yaşındayken tek başına saraydan çıkmıştın. Kötü insanlar her zaman karşımıza çıkacaktır. Boğulmaktan korktuğun için yemek yemekten vazgeçemezsin."