☯︎ 122. Bölüm ☯︎

16 6 0
                                    

Zong Zi Xiao'nun yüzü vahşilikle doluydu, uzun bacakları yavaşça birkaç adım geri çekildi. Kılıcını çekerken Zong Zi Heng'i baştan aşağı süzüyordu.

Dage'sının huyu değişmişti. Rüyalarında sayısız kez beliren o nazik gülümsemesini artık bir daha hiç göremeyebilirdi. Ancak hafifçe çatılmış olan o kaşlar ve her an duygular içinden dolup taşacakmış gibi görünen o bakışları Zong Zi Xiao'da onu kötü emellerine alet etme isteği uyandırıyordu. Özlemden yanıp tutuştuğu bu yakışıklı yüzde, kendisinin sebep olduğu o acı ve utandırılmayı görmek istiyordu.

Kraliyet cüppesini, Dage'sının kalan son iffetini de üzerinden sıyırıp atmak, on yıldan bu yana ona yapmak istediği şeyleri yapmak ve en müstehcen arzularını ortaya çıkarmak istiyordu.

Bir canavarın kafesteki avına bakışına benzeyen ve üstüne yönelen bu bakışlar, Zong Zi Heng'i huzursuz etmişti. Zong Klanı'nın düşüşte olduğu doğruydu fakat kolayca yıkılmayacaktı. Zong Klanı hala diğer ölümsüz sektlerin lideriydi ve egemenlik sürmekteydi. Kalbinde hep, Zong Zi Xiao onun küçük kardeşiydi ve şu anda aşağılayıcı tavırlarla onu küçük düşürmeye çalışıyordu.

"Sona mı erecek?" dedi Zong Zi Xiao, sanki dünyadaki en komik şeyi duymuş gibi görünüyordu, "Nasıl sona erecek? Ölürsen her şeyin biteceğini mi zannediyorsun?"

"Zi Xiao, Gizli Kutsal Tılsım'daki karanlık enerji zihnini bulanıklaştırdı ve çok küstah olmana sebep oldu. Kılıç tekniğini kimden öğrenmiş olduğunu unutma. Beni yalnızca kılıç kullanarak yenebilecek misin?"

"Amcamdan," dedi Zong Zi Xiao şeytani bir gülümsemeyle, "Elbette, sen bana daha fazlasını öğrettin. İmparator Kong Hua'nın çoktan Zongxuan Kılıç Tekniği'nde Cennetin Sekizinci Seviyesi'ne geçtiğini duydum. Sahiden de ilahi bir yetenek."

"Senin de Cennetin Sekizinci Seviyesi'ne geçtiğini biliyorum. Fakat sen altın özlerini yiyerek Yin enerjisini kullandın. Tao'dan saptın, bu yaptığın en çok sana zarar verecek."

Zong Zi Xiao'nun bakışları aniden buz gibi oldu, "Ne altın özü yedim ne de Yin enerjisini kullandım. Senden daha yetenekli olduğumu kabul etmekten korktuğun için mi bu söylentilere inanıyorsun?" Aslında kimseye açıklama yapmasına gerek yoktu. Korku, insanları itaatkar hale getiriyordu ve o da dünyadaki tüm insanların ondan korkmasını istiyordu. Herkesin mutlak bir şekilde ona boyun eğmesini istiyordu, ama dayanamayacağı tek şey bu kişinin onu küçük görmesiydi.

Zong Zi Heng kaşlarını çattı, inanıp inanmayacağını bilemiyordu, "O zaman Lu Zhao Feng..."

"Sakın o adı ağzına bile alma!" diye bağırdı Zong Zi Xiao, ifadesi son derece ürkütücüydü. Kılıcının keskin ve soğuk ucu Zong Zi Heng'e yöneldi. Kalbi nefretle yanıp tutuşuyordu, "Annemin tüm hayatı üç kişi tarafından mahvoldu ve bu üçünden yalnızca sen hayattasın."

Gözlerindeki nefret dolu bakış Zong Zi Heng'in cesaretini çoktan kırmıştı. Boğuk bir sesle yanıt verdi, "Zi Xiao, hadi savaşın galibini belirleyelim."

Zong Zi Xiao kükredi ve keskin kılıcını çekip şiddetle ona saldırdı.

Zong Zi Heng'in gözlerindeki ifade de değişmişti; kılıcı soğuk ve sertti. Zong Zi Xiao'nun vahşi saldırısına tereddüt etmeden karşılık veriyordu.

İki kılıç muazzam bir güçle çarpıştı ve etraflarına tıpkı kasırgaya benzeyen bir ruhani güç baskısı yayılmaya başladı. Kum taneleri ve taşlar havada uçuşuyordu ancak yalnızca Wuya hareketsiz bir şekilde duruyordu.

Kılıçların üzerinden birbirlerine bakıyorlardı. Kan, tüm damarlarına hücum etmekteydi ve gözlerinden fışkırmak üzereymiş gibi görünüyordu. Gözbebeklerinin etrafında kazanacaklarına dair güçlü bir inanç vardı, bu inanç nereden kaynaklanırsa kaynaklansın ikisinin de kazanmak için bir sebebi vardı.

Wu Chang Jie 无常劫 [BL]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin