Luofeng Dağı'nın eteklerinde bulunan Fengdu Şehri şüphesiz hakkında en çok hikâye anlatılan şehirdi.
Ölümlü ve hayalet diyarlar arasındaki bariyer ve yeraltı diyarına açılan bir kapıydı. Ayrıca yüz yıl önce Yüce İblis ve İmparator Bei Yin arasında geçen savaşın ana meydanıydı. Bir ulaşım merkezi gibiydi. Efsuncuların seyahat ettiği, birbirleriyle görüşüp eğitimler verdikleri bir kaleydi. Fakat burada yasa dışı satın alımlar, karaborsa satıcıları ve tefeciler de vardı.
Zhuanxu'nun cennet ile dünyayı birbirinden ayırmasından ve üç ayrı diyara bölmesinden sonra bir sürü hikâye uydurulmaya başlanmıştı, örneğin; Fengdu'nun gizli pazarları, sırları.
Sarhoşlar, hayaletler, kahramanlar hep beraber bu şehri inşa etmişlerdi.
Sokakta biri siyah biri beyaz giyimli iki genç belirdi. Kalabalığın içinde bile göze çarpıyorlardı.
Xie Bi An tüm yerel gelenekleri, nerelerde nelerin satıldığını çok iyi biliyordu. Bu yüzden de yürürken Fan Wu She'ye etrafı tanıtıyordu. Çocukluğundan beri hem yaşama hem ölüme defalarca kez tanık olmuştu. Çok fazla insanın gösterişli şeylerin peşinden koşarak hayatlarını boşa harcadığını görmüştü. Bu nedenle küçüklüğünden beri elindekilerle yetinmeyi bilerek, sahip olduklarıyla mutlu olmuştu. Müzik aletleri, satranç, şiirler, resimler, yıldızlar, çay, şarap...Hayatını memnuniyet duyarak yaşıyordu; sevmediği hiçbir şey yoktu.
Caddenin yarısına kadar yürüdükten sonra, Fan Wu She artık hangi dükkânın en iyi kumaşı sattığını, hangisinin etleri en doğru şekilde tarttığını, hangi dükkânda en iyi hurmalı kek olduğunu, en ünlü terzinin hangisi olduğunu biliyordu. Xie Bi An epey sevinçli görünüyordu, Fan Wu She onu rahatsız etmek istemeyerek yan taraftan sessizce onu izledi.
Geçmişteki son yıllarında bu adam hiç gülmemişti. Onu bir daha böyle gülerken göreceğini gerçekten de hiç düşünmemişti.
"Ustabaşı, bu yemekleri Qingtai Sokağı'ndaki üçüncü eve gönder."
"Tamamdır Efendi Xie, zaten siz söylemeseniz bile yanlış bir yere götürmeyiz."
İkili yol boyunca alışveriş yaptı ve Bo Zhu için satın aldıkları hariç diğerlerini Xie Bi An'ın evine gönderdiler. Çok geçmeden ikisinin elleri neredeyse dolmuştu.
Xie Bi An üçüncü kez şeker alırken artık Fan Wu She sabrının sonuna geldi, "Güneş o kadar yakıcı ki, bir süre sonra hepsi eriyecek zaten."
"Ah, doğru ya," dedi Xie Bi An, kıyafetinin kol kısmından bir buz tılsımı çıkardı ve şekerin üzerine yapıştırdı, "Terledin mi? Sen de bir tane ister misin?"
Fan Wu She'nin ifadesi epey karanlıktı, "Hayır."
"Terliyorsun. Gidip kumaş dükkanına bakalım. Kumaş dükkanının yanında çok güzel bir yer var, güllü buzlu tatlıları çok lezzetli. Kıyafet yaptırmak için gidersen, tatlıyı bedavaya veriyorlar."
Kumaş dükkanına vardıklarında Xie Bi An elindeki poşetleri bıraktı ve kumaşlardan birine bakmaya başladı.
Dükkân sahibi hemen söze girdi, "Efendi Xie, bunlar dün geldi. Üstünde bulut desenleri ve çiçekler var. Bunun mavisini de sipariş ettim. Şu anda üç farklı rengi var."
Xie Bi An kumaşa dokundu ve gülümsedi, "Kumaş çok iyi görünüyor, Shidi sen ne düşünüyorsun?"
"Fark etmez."
"Hangi rengi daha çok beğendin? Bu gök mavisi nasıl sence? Çok canlı görünüyor, sen..."
"Siyah olan."