"Sisteeer ben çıkıyorum." diye bağırdım ablama.
"Tamam tatlım. Dikkatli olun. Az gezin. Gamze'ye de selam söyle." diyerek mutfaktan beni yolcu eden ablama gülümsedim.
Buraya geleli neredeyse dört gün olmuş ve sürekli ailemle hasret gidermiştik.
Tabi bu duruma en çok yakınan kişi Kıvanç olmuştu görüşemediğimiz için.
Asansörde aynadaki yansımamla makyajımı kontrol ettim ve kapıyı açıp çıktım. Güvenliklere selam vererek otobüs durağına gittim.
Gamze ile kadıköyde buluşmaya karar vermiştik. Çünkü ikimizede ortak uzaklıkta olan yer orasıydı. Tabi ilk defa Kadıköy'e gitmem ayrı heyecanlıydı. Neyse ki son duraktı. Yani durağı kaçırma imkanım yok gibi bir şeydi.
Ablamdan aldığım akbille otobüse bindim ve sıkış tekiş Kadıköy yolunu tuttum. Son durağa yaklaştığımızda yan tarafımda gördüğüm bina ise büyülenmeme neden olmuştu. Mimarisi mükemmel olan eski zamanlardan kalma binanın giriş kısmında dikkatimi çeken Sağlık Yüksek Okulu'u yazısı ise beni tam kalbimden vurmuştu. Marmara Üniversitesi'nin binası o kadar güzeldi ki bina geride kalırken iyice görmek için kapıya yapışmıştım. Hogwarst'a mı benziyordu ne?
Eğer işletme okumak zorunda kalmasaydım ve sağlık bölümünden devam etseydim mutlaka bu okulu kazanmaya çalışırdım.
Haydarpaşa Garı'nı hayran kalmadan geçmek imkansızdı. Durağa geldiğimde uzun zamandır deniz görmemenin acısını çıkarmak istercesine denize bakıyordum. O mazot kokulu deniz havası gerçekten diğer şehirlerden farklı kılıyordu İstanbul'u. O kadar kalabalıktı ki nsanları hayranlıkla izlemeden geçemiyordum. Bir yandan da yalnız hissettiriyordu bu manzara. Arı gibi kendi hayatlarıyla meşgul olan insanlar ister istemez tipik İstanbul kavramı canlandırıp, p bilindik duyguyu yansıtıyordu.
İskele'nin önüne gelip etrafıma bakındım ve tanıdık, özlem dolu simayı aradım. Karşımdan kocaman bir gülümsemeyle bana doğru koşan esmerimi görmemek imkansızdı. Ah benim birtanem....
Kadıköy'ün ortasında kollarımı açıp bekledim kız kardeşimi. Bana sımsıkı sarıldığında düşmemek için dengemi zor sağlamıştım.
"Seni çok özledimmm..." dedi en içten sesiyle.
"Bende seni çok özledimmm." dedim kokusunu içime çekerken. Dört beş kez sarılı halde sağımıza solumuza sallandıktan sonra ayrıldık ve gülen yüzle birbirimize baktık.
"İstanbul'a hoşgeldiiiin." dedi en enerjik sesiyle. Evet bu deli kızı çok özlemiştim net.
"Hoşbuldum. Göster bakalım şu meşhur İstanbul'un marifetlerini.."
"Ay nereye gitsek acaba? Eminönüne gidelim. Yok yok bugün kadıköyü gezelim. Taksim'e mi uğrasak?" derken etrafına bakınarak deli gibi etrafında dönüyordu.
"Tamam sonra karşıya geçeriz bugün buralarda takılalım." dediğimde onayladı beni.
"Çok güzel kafeler var. Önce kahve mi içsek bir şeyler konuşuruz. Yok direk kafeye mi geçelim. Sana bir mağaza göstereceğim aklın hayalin durur." derken bir yandan beni çekiştiriyordu.
"Önce oturup sohbet edelim.Buraları daha sonra gezecek çok vaktimiz olacak."dediğimde onayladı beni ve strabucksa götürdü. Kahvelerimizi alıp teras katına çıktığımızda herkes kendi halinde takılıyordu. Kenarda bir yere geçtiğimizde heyecanlı heyecanlı oturuyordu. Belli ki bir konuşmaya başlarsa hiç susmayacaktı.
"Anlat bakalım Ufuk Beyle hikayenizi.." dedim artık ne çekeceğimi bile bile.
"Şimdi şöyle ilk baştan anlatayım. Bunun holdingi var ve işletme okuyor bizim okuldaki bölüme konferans vermeye geldi. Ama görmen lazım öyle karizmatik öyle havalı ki.." derken hayallere dalıordu.Bense ister istemez yüzümü buruşturdum. Ufuk'a hiç o gözle bakmadım ve kendisini son olaylardan sonra karizmatikte bulmuyordum. Tam tersi pislik, aşağılık insanın tekiydi gözümde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEDEN
ChickLitBedenim benim değildi artık. Bu tanıyamadığım vücûd benim olamazdı. Peki sahibi kimdi? (+18) (19.01.2016 tarihinde yayımlanmaya başlamıştır. )