Ölene Kadar Değil, Öldükten Sonra Bile ( Mavi Prens ) - 29.Bölüm

1.8K 131 22
                                    


Ali

Üzerine giyindiği turkuaz mavisi gömleğimle koltukta kıvrılarak uyuyakalmış Selin'de geziniyor gözlerim.
Uyurken tıpkı bebek gibi dudaklarını sarkıyordu, bu yeni farkettiğim bir şey değildi.
Uyurken saatlerce izlenilesi bir yüze sahipti. Sanat eseri gibi. Tablo gibi.
Dudaklarım yavaşça yukarı kıvrılırken eğilerek sırtından ve açıkta kalan bacaklarından aldığım destekle usulca kucağıma alıyorum.
Rahatsız olmuşcasına kıvranarak kafasını göğüsüme bastırdığında yeniden uykunun kollarına teslim ediyor kendini.
Yüzüme tebessüm yayılıyor. Boynuma doladığı koluna küçük öpücük bırakıyorum.
Zaten aralık olan kapıdan yatak odasına girdiğimde ihtiyatla Selin'in sırtını yatakla buluşturuyorum.
Kenarda duran sarı pikeyi de üzerine örttükten sonra yatağın kenarına kıvrılıyorum.
Saç teline kadar ezbere bildiğim bu kızı tekar tekrar, defalarca izlemekten bıkmaksızın gözlerimi ondan ayırmıyorum, ayıramıyorum.
O kadar masumdu ki.
Bunların hiç birini haketmiyordu.
Ne annemin benclliğinin kurbanı olmayı, de üzülmeyi hakediyordu.
Uzanarak şakağını narin şekilde öperken kapı sesi ile irkiliyorum.
Selin uyanmasın diye kapıya yöneliyorum, dikkatlice yataktan kalkarak.
Gürültüyle çalınan kapıyı açtığım zaman karşımda görmeyi en son istediğim ve gördüğüme oldukça şaşırdığım kişi görüş alanıma giriyor.
"Anne?"
Ayaklarımdan başlayarak beni süzererken nihayet gözlerimde duraksıyor bakışları.
"Ali?"
Sesi pişmanmış gibi gelmiyordu kulaklara.
"Ne işin var burada?"
Onu taklid edercesine sesim oldukça soğuk çıkıyor.
Söylediklerimi umursamadan hafif boynunu uzatarak içeriyi incelemeye çalışıyor.
İğrenmiş gibi.
"Burada yaşadığına inanamıyorum, Ali. O kız..."
Açık olan kapıyı hafif örterek kısık sesle sözünü bölüyorum, Selin'in duymasını istemiyorum.
"O kız dediğin kişi benim için çok değerli, anlıyor musun? Sakın, onun hakkında ileri geri konuşma!"
Gözlerini deviriyor, bıkkınlıkla.
Omuzumdan yavaşça iterek sibri burunlu topuklarını zemine vura vura içeri adımlıyor.
Kapı önündeki işlemini tamamlamak adına gözlerini bir süre salonda dolaştırıyor.
Derin nefes alarak bana dönüyor, otoriter bir şekilde.
"Baban... İki hafta sonra dönüyor. Bu olanlardan habe.."
"Yaptık-la-rın-dan haberi yok,diyecektin, değil mi, anneciğim?"diyerek cümlesini düzelttiğimde kısa saçlarını geriye atarak alnını ovalıyor.
"Zaten Feryal Mertoğlu'nun buraya geliş sebebi ne olabilirdi ki!"
"Ali, babana bu..."
"Babama herşeyi anlatacağım. Eğer, bunu öğrenmek istiyorsansa."
Kollarını iki yana açarak evde dolaşmaya başlıyor.
"Elalemin sümsük, gecekondu kızının yaptıklarına bak sen! Koskoca Mertoğlu ailesini bir birine düşürmek bu kadar kolay olmayacak, Ali! Hele bu, bir varoş kız yüzünden hiç olmayacak, anlıyorsun, değil mi?!"
"Yeter!"diye tıslıyorum, sinirden köpürürken. Selin içeride ve bu âna şahit olması en son isteyeceğim şey bile değil.
"Sen nasıl annesin ya! Nasıl bir annesin! Hırsın gözünü kör etmiş senin, göremiyorsun."
Koltuğa bıraktığı çantasını koluna geçirerek devam ediyor.
"Asıl senin gözün kör olmuş! Yarın öbür gün o Devlerin aşkı bittiğinde anlayacaksın beni!"
Öfkeyle dişlerimi dudaklarıma geçirirken kafamı sağa çevirdiğimde kapının önünde gözleri dolu dolu bizi izleyen Selin görüş alanıma giriyor.
Utanıyorum. Onun karşısında ikinci defa utanıyorum.
Annemden utanıyorum.
Mertoğlu soyadını taşımaktan utanıyorum.
Ağlamasını bastîmak için elini ağzına tutarak koşar adımlarla kapıya yöneldiğinde çeviklikle kolundan yapışarak durduruyorum.
"Selin, dur."
Sonunda, elini çektiği ağzından histerik bir hıçkırık kaçarken kolunu elimden çekmek için debeliyor.
Boğazından dökülen her hıçkırık kalbimi acıyla yakarken gözlerimin dolmasına engel olamıyorum.
"Bır..bırak, Ali, gideceğim."
Hıçkırıkları, hüngürtüye dönüşürken çırpınışlarına bakmadan göğüsüme bastırıyorum bedenini.
"Nereye gidiyorsun?! Sen gidersen, ben yaşaya bilirim mi sanıyorsun."
Sessice kulağına fısıldarken annem ağzı açık, bizi izlemeye devam ediyordu.
Kafasını göğüsümden aralayarak yanaklarını avuçlarım arasına alıyorum, baş parmağımla süzülen tuzlu yaşları temizlerken.
Alnına , dudaklarımı bastırarak bir kaç saniye öylece kalıyorum.
Sakinleşmiş gibiydi ama hâlâ ağlamaktan omuzları sarsmaya devam ediyordu.
Ardından annem olduğu için utandığım kadına dönüyorum, yüksek ve sert bir şekilde ekliyorum.
"Buradan gidecek biri varsa, o kendini biliyor zaten."
Gözlerini benim ve yüzünü omuzuma bastırmış Selin'in arasında gidip gelirken burnundan soluyor.
Bir kaç saniyelik ölüm sessizliğine bürünen ortamda yeniden topukları yankılanırken kapıyı açıyor.
Arkam ona dönük olduğu için yüz ifadesini görmeden sadece söylediklerini işitiyorum.
"Buraya, o kızdan ayrıl diye gelmedim, oğlum. Buraya, o kızdan er yada geç ayrılacağını söylemeye geldim."
Ve sert bir şekilde çarpan kapı.
Kollarımın arasına sığınan Selin'i sıkıca sararak yavaş adımlarla koltuğun birine oturuyorum.
Incecik kollarını belime sarıyor güçsüzce.
O kadar naif, o kadar zayıf, o kadar dayanaksız ki kötülüklere karşı. Ona hem bedenim, hem de ruhumla kalkan olmalıydım.
Onu herşeyden korumalıydım.
"Ali.."diye fısıldıyor, sanki birileri bizi duyacakmış gibi.
Boğazımdan çıkan kalın hırıltıyla cevap veriyorum.
"Ben utanıyorum."
Kelimeler o kadar cilız çıkıyor ki dudaklarından, kahroluyorum.
"Utanma, birtanem, sakın utanma. Utanacak kişi sen değilsin. Ben artık baş edemiyorum annemle. Üzgünüm, Selin."
Yüzünü gömdüğü yerden boğukça ve yorgunca mırıldanıyor.
"Sana, annen için benden birdaha özür dileme, demedim mi!"
Başını, sıcaklığını yaydığı göğüsümden ayırarak kızarık gözlerini, gözlerime dikiyor.
"Ya bizi ayırırlarsa.."
Islak kirpiklerini acıyla kırpıştırırken parmaklarım nemli göz altlarını siliyor, bir daha ağlama dercesine.
"Seni, ölene kadar değil, öldükten sonra bile sevmeye devam edeceğim. Sen benim ruhumsun, Selin. Ve seni asla bırakmayacağım."
Dudakları varla yok arası kıvrılırken buruna minik bir buse konduruyorum.
"Hadi, hazırlan akşam kafede çalacağım."
Belli etmemeye çalışsada yüzünü buruşuyor.
"Ben gelmesem, çok yorgunum."
Yorgunluğu her halinden kendini ele verirken yalandan mızmızlanıyorum, sırf morali yerine gelsin diye.
"E hadi ama, beni yalnız mı bırakacaksın?"
Başını yana eğiyor, usulca.
"Üzgünüm, Mavi Prens, ama gerçekten halsizim."diyerek yanağıma sulu öpücük konduruyor.

Renksiz HayallerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin