Gece artık şehre hâkim olduğunda, tüm bireyler odalarına çekilmişti. Aile yemeğinin ardından, Mehmet ve Meliha çiftini otele bırakılmıştı. Beren uyumak için hazırlıkları tamamlandığında öylece yatağına oturdu. İçinde baş veren bir endişe vardı ki, her geçen saniye de daha da büyüyordu.
Ya Ares, yeniden depoya gitmeye karar verirse, ya yine dün gece tekrar ederse? Anşılan o ki; Beren böyle bir endişeye daha birçok gece daha ev sahipliği yapacaktı. Her ne kadar bunu yaptığı için memnun olmasa da, Beren kendini o an Ares' in odasının kapısı önünde bulmuştu. Önce girip, girmemek arasında kararsız kaldı. Ya gitmiş ve boş bir oda ile karşılaşırsa...
Kapıyı aralamış ve yavaşça içeri adım atmıştı. Nefesleri kesik kesikti. Korkuyla odada gezindi gözleri. Olamaz dedi içinden. Yeniden gitmiş olamaz. Boş bir odada nasıl bir insanı acıtabilirdi? Sanki bunu göreceğini bilir gibi hazırda bekleyen yaşlar birikti gözkenarlarına.
Odadan çıkmak için hamle yaptığında, banyo kapısının açıldığını duydu. Sanki nefes alması günahmış gibi nefesini tuttu o an. Ares uyumadan önce duş almıştı. Eşhofman altını giyinip, banyodan ayrıldığı sıra odanın ortasında, Beren ile karşılaşmayı hiç beklmemişti. Öyle ki; şuan üzerine bir şey almadan banyoya giden aklına kızıyordu. Yara izleri ne yazık ki bir süre onun gözlerinin önünde olacaktı. Bundan son derece rahatsızdı Ares. Ancak adımlarını ona doğru attığında, yüzünde var olan ifadeyi açıkça okuyordu.
"Beni kontrol etmeyi mi geldin?" o an onun sesi Beren' e ulaşmıyordu. Beren o sıra sol omzundaki daire şeklindeki yara izinde gözlerini gezdiriyordu. Başka bir yaraya kayan gözleri, her biri için ayrı bir dehşetin içinde yanıyordu. Görmek başka bir acı, başka bir duyguyken, ya tüm bunları bedeninde taşımak... Artık sadece birer iz iken, bu kadar korkunçtu, ya kanadığı sıralar...
Sevgilisinin gözlerinden yavaşça süzülen yaşları fark eden Ares, aralarındaki mesafeyi kapatıp, ona doğru birkaç adımla yakınına geldi. Gözlerine daha yakın olan yara izlerinde elini gezdirmek istedi Beren. Elini havalandırdığında, onun elini soğuk bir el kavramıştı. Gözleri buluştu o an iki sevgilinin.
"Yapma" dediğinde, ağzının içinde acı bir tat vardı sanki Ares' in. Konuştuğunda acıyan dili tüm bedenine de hâkim oluyordu. Onun hıçkırıklarını duyduğunda, onca yara izine rağmen acıyan canına şaşırdı. Gözlerine baktığı sevgilisinin normal bir insandan hiçbir farkı yoktu. Elini tuttuğunda, gülümsediğinde, konuştuğunda, yürüdüğünde, her biri normal insanlarında yaptığı şeylerdi. Peki, ya tüm bu yara izlerinin bedeninde taşıması. Sanki bir kalem ile çizilmiş gibi, ya da doğduğu günden beri bedenin bir parçasıymış gibi...
Nasıl kabullenmişti, nasıl olurdu da bir insan tüm bunlara katlanabilirdi?
Acımadan, kanamadan yapılmamıştı ya, neden böylesine sakindi? Elini kestiği bıçağı yeniden eline alırken bile tereddüt eden insanoğluydu. Peki, şuan gözlerinin önünde tüm gerçeği ile duran bu adam hangi ırktandı. Nasıl olurda üzerine giydiği ince bir gömleği ile tüm bunların üzerini örtebiliyordu.
O normal bir insan değilken, nasıl olurda bir gömleğin kumaşı onu normal bir insana dönüştürüyordu. Acıların başkahramanı gibi dimdik duran bu adam, onlara hala meydan okumayı nasıl öğrenmişti? Tek bir gömlek ile nasıl olurda, hayata kafa tutmaya devam ederdi? Gözlerinin önüne bir perde olan sevgilisinin elinin altında, sakince düştü gözyaşları. Yaraları kendi bedeninde taşıyordu sanki acıdığı için ağlıyor gibiydi. Kan lekeleri onun elini kirletmiş gibi ağlıyordu. Gördüğü yara izlerini, kendi bedeninde de yeri açılıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığın Efendisi
Novela Juvenil"Kaç benden, uzak dur. Ben katilim, Azrail'im. Azrail'in bir insana sunabileceği tek şey ölümdür. Bu yüzden git Beren" "Ben elindeki kandamlaları ile sevdim seni. Gözlerin kararıp, Azrail'e büründüğünde bile sevmeye devam ettim. Atmayı unutan kalbin...