17-hoca hocayı, Cemre Ayaz'ı...

487 65 47
                                    

İyi okumalar 😀

Ayaz adamı göstererek “Cemre bu Yunus dayım. Emre’nin babası” dediğinde kesik bir kahkaha atıp gülmeye başladım. Demek Emre’nin babası ha! Ne hoş!
----_-----_-----------------"--------_-"-"-------

Şu bir birlerini görmeye çalışıp bir türlü kavuşamayan insanların hiç olmadık yerde karşılaşıp dünya küçük lafını söylemelerine tilt olurdum ve Ayaz’la Emre’nin denk geldiğim birkaç konuşmasında bu adamı göremediklerinden yakındıklarına şahit olmuştum.

Demek onların dünyası benimki kadar büyük değildi ya da ben o dünyanın eksenine bir türlü tutunamayıp sürekli savruluyordum. Belkide akışına bırakmak gerekiyor.

Benim kahkahamla adam gözlerini Ayaz’dan çekip bana bakınca kaşları çatıldı ve tedirgin olmaya başladı, aynı zamanda Ayaz da bana kaşlarını çatmış bakıyordu. Kendimi toparlamam lazımdı şu an ama yapamıyordum. Ağladığım gözlerimden ve burnundan muhtemelen belli oluyordu.

Karşımdaki adam Emre’nin yaşlanmış haliydi ve Emre’nin yaşlanınca bile yakışıklı ve karizmatik olacağının ispatıydı.

“Cemre iyi misin? Neden gülüyorsun?”

“Harikayım Ayaz, belli olmuyor mu? Gülüyorum çünkü dünya küçük tabiri aklıma geldi. Hani siz Emre’nin babasını arıyorsunuz ve ben de babamı arıyorum sonra sen gelip bana ‘Bak bu Emre’nin babası Yunus Bey’ diyorsun. Belki de başka biri Emre’ye gel bak seni Cemre’nin babasıyla tanıştırayım diyecek. O ihtimale gülüyorum. Kimse aradığını kendi bulamıyor da bir başkası buluyor ya! Hani hacı hacıyı tekkede hoca hocayı… yok öyle değildi o… arkadaş arkadaşı mıydı? Yok ya! Bunların sonu hep müstehcen bitiyor”

Gözlerimi adama dikip bakmaya başladım. Emre de benim gibi şanssız mıydı acaba? Acaba ben de babama benziyor muydum? Belki de etrafıma gelişi güzel bakmak yerine bana benzeyenlere bakmam gerekirdi ama kimi kandırıyorum? Ben annemin kopyasıydım. Birbirimize bakışlarımız takılı kaldığından hangimizin tren hangimizin öküz olduğuna henüz karar verememiştim.

Ayaz tedirgince elini belime koyup “Cemre gidelim mi? Ne dersin?” deyince gözlerimi kapatıp derin bir nefes alarak kendime gelmeye çalıştım. Bu sefer daha yumuşak bir şekilde adama bakarak daha iyi bir ses tonuyla konuşabildim.

“Özür dilerim, sinirlerim bozuk Yunus Bey. Tanıştığımıza muhtemelen sevinmişimdir çünkü Emre benim için değerli ama şu an sevindiğimi fark edemeyecek kadar hissizim. Kusura bakmayın”

Adam bana kırık bir şekilde gülümsemekle yetindi. Ben de karşımda benim gibi birini görsem böyle yapardım. Hatta böyle yapmaz yanımda ki yeğenimi de alır uzaklaşırdım.

Bakışlarımı nihayet adamdan çekip Ayaz’a dönerek bir adım uzaklaşıp kolundan kurtuldum. “Ben dışarı çıkmalıyım, hava almam lazım. Siz konuşacaklarınızı konuşun. Bulursun beni” diyerek yanlarından ayrıldım. Adama kaba davranmıştım ama sorun değildi. Nasıl olsa Emre’yle de Ayaz’la da bu günün sonunda arama mesafe koyacaktım.

AYAZ

Yunus dayının burada olmasına şaşırmıştım. Emre telefonda bile babasına zor ulaşırken benim burada denk gelmem ironiydi.

“Hayırdır Ayaz ne işin var burada?”

“Benim makul bir sebebim var da dayı, asıl senin ne işin var burada? Gökte ararken yerde buldum tabirinin canlı örneği gibisin”

“Az önce küçük kız arkadaşın yeterince tabirde bulundu bence. İş ortaklarından biriyle burada görüşme imkanı vardı. Adam normalde meşgul ve burada olduğunu söyleyince ben de geldim. Muhtemelen aynı zamanda limana geldik ama şu an göremiyorum.”

Buz ve Ateş #Wattys2018Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin