Ne kadar sürdü bilmiyorum ama suyun yüzeyine çıktığımız da ben derin ve sesli bir nefes alırken Ayaz’dan hiç ses çıkmamıştı ve ben kendimi toparlayamadan Ayaz tekrar beni öpmeye başladı. Engel olmam gerekirdi biliyordum ama yapamıyordum. Ne karşılık veriyor ne de durması için herhangi bir şey yapıyordum. Benden uzaklaşıp gözlerini açtığında hala hareket edemiyordum. Ellerini başımdan çektiğinde benimde ellerim bileklerini bıraktı ve o an ayaklarımın yere değdiğini suyun ise göğüs hizama geldiğini fark ettim. Elimin tersini bastırarak dudağımın üzerinden geçirdiğimde birbirimize baktık ve ikimizin de kaşları aynı anda çatıldı.
CEMRE
İlk başta, buradayken ondan uzaklaşsaydım bunlar olmayacaktı. Merdiven birkaç metre uzağımızdaydı ve suyun boyumu aşmadığını fark edememiştim.
Ayaz’ın “Gelmiyor musun?” demesiyle gözlerimi sabitlediğim suyun içindeki ellerimden çektim. Havuzun kenarında duruyordu ve su belinin biraz yukarısındaydı. Yavaş yavaş olduğum yere dönerek dengemi kaybetmeden yürüdüm. Ayaz’ın yüzüne hiç bakmıyordum kenara geldiğimde beni kendine çevirerek yüzüme yapışan saçlarımı çekerek bakışlarımızı denk getirmeye çalıştı ve “Yüzme bilmediğini bilmiyordum” dedikten sonra belimden tuttuğunda başta panik yaparak kollarını tuttum ama beni kaldırıp havuzun kenarına oturtunca boşuna panik olduğumu anladım. Beni çıkardıktan sonra kendi de çıkıp oturdu. Bu sefer de suyun içinde kalmış ayaklarıma bakıyordum.
“Cemre”
Cevap vermeye halim yoktu olsa bile cevap vermek istemiyordum. Boşlukta gibi hissediyordum kendimi, ne yerdeydim ne gökte. Amaçsız ve boş hissediyordum, kötü hissediyordum, tuhaf hissediyordum. Hatta bunların hiçbiri değil. Hiçbir şey hissetmiyordum.
Yavaşça yerimden kalkarak odaya doğru gidecekken Ayaz karşıma geçti ve beni durdurdu.
“Bak, ben gerçekten yüzme bildiğini düşündüm sen de sesini çıkarmadan öyle batıp çıkıyordun. Bir kere bile yardım et falan demedin.”
Çünkü ben panik anında bağırabilen bir insan değilim. Panik anında hareketsiz ve sessiz kalıp sonun gelmesini bekleyen, kendini ‘kilitlenip kaldım’ diye tanımlayanlardanım. Bunları bağıra çağıra söylemek isterdim ama çok yorulmuştum. Nefes almak bile böyle bir deneyimden sonra insana huzur vermesi gerekirken şu an da beni yoruyordu. Ayaz'ın yanından geçmek istediğimde tekrar önüme geçerek gitmemi engelledi.
“Konuş benimle Cemre”
“Üşüyorum. Odaya gitmek istiyorum. Beni rahat bırakmanı istiyorum”
Şaşırtıcı şekilde Ayaz itiraz etmeden baskı kurmadan önümden çekildi ve peşimden gelmeye başladı. Odaya girince yerdeki battaniyeyi alarak dışarı atıp kapıyı kilitledim. Tek istediğim bir an önce uyumaktı. Yarın daha güzel olacaktı. Yarının daha güzel olmaya niyeti yoksa bile ben daha güzel olması için zorlayacaktım. Ayaz kapının önünde durup hiç durmadan kapıya vurmaya ve yine hiç durmadan aç demeye başladı. Birkaç dakika sonra “Üç dediğimde kapıyı kıracağım” dediğinde yattığım yerden fırlayıp kapıyı açtım. Başıma bir de Nadide ile Emre’nin gelmesine gerek yoktu.
“Ne istiyorsun sen benden be?!”
“Al şu battaniyeyi. Hasta olacaksın.”
“Sana ne? Sen kendine bak! Ruh hastası. Git kapımın önünden”
“Cemre al şu battaniyeyi. Sinirlenmeye başlıyorum”
“Ya! Demek öyle. Neden kökten çözmüyoruz meseleyi?”
Ayaz gerçekten onun da işine gelecek bir çözüm yolu bulduğumu sanıyorsa tam bir aptal demekti. Odaya geri girdiğimde o da peşimden girdi ve kapıyı kapattı. Bana amele sümüğü diyen adam benimle aynı yapıda olduğunu biliyor muydu acaba? Yerdeki çantamı alarak eşyalarımı içine atmaya başladığımda “Ne yapıyorsun?” dedi ama cevap vermedim.
Odaya İlk girdiğimde amacım üzerimi değiştirmekti. Peşimden geldiği için bunu es geçip ıslak pijamalarla gidecektim. Telefonumu içinden çıkardıktan sonra çantamı omzuma attım. Yapabileceğim tek şey Özkan’ın çalışıyor olmasını ummaktı. O beni sorgusuz sualsiz eve bırakırdı. Telefonu elime aldığımda Ayaz önce kimi aradığımı sordu. Cevap alamayınca da ne yaptığımı sordu ama ona ters bakmakla yetindim.
“Bu saatte, bu vaziyette gitmeyi düşünmüyorsun değil mi?”
Konuşmadım. Konuşursam ağlardım. Ağlarsam içimde ne varsa haykırırdım ve bunun sonucunu ölçecek kafada değildim. Annem haklıydı. En baştan bu evde çalışmamalıydım. Bu insanlardan uzak durmalıyım. İş mi yoktu sanki? Ama bunların hepsi babamın suçuydu. Türkiye de iş mi yoktu? Hadi yoktu da dışarı gittin be adam neden pisliğe bulaşırsın ki? Başımızda olsaydı bunların hiç birini yaşamak zorunda kalmazdım.
Ayaz telefonumu almak için elini uzatınca ben de uzaklaşmak istedim sonuç ise yerde birkaç parçaya ayrılmış halde duran telefonumla bakışmam oldu. Şimdi ipler kopmuştu işte. Kim duyarsa duysun kim gelirse gelsin umurumda değildi. Sinirden ayaklarımı yere vurup yüksek sesle bağırmaya başladım.
“Aaaağ! N’apıyorsun? Amacın ne senin ha?”
“Bağırmasana kızım”
Ayaz’ı ittirip yere çöktüm ve dağılan telefonu birleştirmeye çalıştım ama ellerimin titremesinden yapamıyordum.
“Sadece küçük bir şakaydı. Bu kadar kafaya takacağını düşünmedim. Abartıyorsun. Sonuçta hiçbir şey olmadı.”
Elimdeki telefonun parçalarını ayağa kalkıp tekrar yere fırlattım.
“Sen gerizekalı mısın? Tesadüf eseri mi yaşıyorsun bu hayatta bu akılla?”
“Doğru konuş! Alttan alıyorum diye sınırını aşma!”
“Hangi sınır lan? Kimin sınırı?”
Söylediğim her cümlede Ayaz'ı omuzlarından var gücümle ittiriyordum ve ilki beklemediği içi gayet etkili olurken diğerleri pek bir işe yaramıyor ama buna rağmen Ayaz yavaş yavaş geri gidiyordu. Sinirimi bir şekilde atmam lazımdı ve sonucunun ne olacağı şu an umurumda değildi.
“Doğru konuş diyorum sana!”
“Önce sen doğru davran! Defol git yanımdan. Sen kimsin ki benim iznim olmadan bana dokunuyorsun ha? Kimsin oğlum sen?”
“Ne saçmalıyorsun Cemre? Kes vurmayı artık sabrım tükeniyor”
Ayaz’ı kapının dibine kadar ittirmiştim ve şimdi vurmak beni daha çok rahatlatıyordu çünkü arkasındaki kapı vuruşları mı daha etkili kılıyor gibi hissediyordum. Bana mantıklı bir cevap vermek yerine sakin olmamı isteyip durması beni daha çok çileden çıkarıyordu ve en kötüsü Ayaz bunun farkında olmak bir yana yaptığı şeyin yanlış olduğunu düşünmüyordu elimi yumruk yapmış göğsünden ittirirken yolumu bulmak için attığım insanlığımın son kırıntılarını da kaybetmiş hissediyordum. Öfkenden dişlerimi sıkarak çenemi kilitleyip konuşmaya devam ettim.
“Sen bana nasıl dokunursun diyorum? Nasıl öpersin diyorum? Benim iznim olmadan ne bu cesaret?”
Ayaz yumruk yapıp göğsüne dayadığım elimi bileğimden tutarak sıkmaya başladı ne kadar çekersem çekeyim elde ettiğim tek şey kendi canımı acıtman oluyordu ama tuhaf bir şekilde bu beni kızdırmak yerine rahatlatıyor gibiydi. Zihinsel acımı bedene aktarıp rahatlıyorum.
Diğer elimle destek alıp bileğimi kurtarmak istediğimde Ayaz bu sefer iki bileğimden tuttu birkaç adım üzerime gelerek kendini kapıdan uzaktaştırdı. Gözlerime bakıp sinirimi anlamasını isterdim ama şu an o benden daha öfkeli görünüyordu.
“Kızdığın şey ne ha?”
“Bırak bileklerimi”
“Kızdığın şey ne kızım? Manyak mısın sen?”
Anlamıyor olamazdı bir insanın bu kadar vurdumduymaz bu kadar anlayışsız ve bu kadar bencil olması için psikolojisinin bozuk olması gerekirdi. Cevap vermeyerek bileklerimi kurtarmaya çalıştım ama hiçbir şekilde başarılı olamıyordum. Sonunda vazgeçip hareketsiz kaldım ve ayaklarımızı izlemeye başladım. Derin nefesler almaya başladım. Sakinleşmeliydim yoksa ağlama krizine tutulacaktım ve tanıdığım insanların beni ağlarken görmesi en nefret ettiğim şeydi. Birkaç saniye sonra Ayaz tekrar çok yumuşak ve sakin bir ses tonuyla “Neye kızdın?” dedi.
“Benden izinsiz beni öpmene, bana dokunmana kızdım ve bana hala dokunuyor olman beni hem madden hem manen acıtıyor anladın mı?”
Ayaz kaşlarını çatıp anlam veremediğini belli eden bir yüz ifadesiyle yavaşça bileklerimi bıraktı ve bir iki adım geri çıktı. Yerdeki parçalanmış telefonu topladım ve birleştirmek için uğraşmadan çantama atarak önümden çekilmesini bekledim. Bir an önce yalnız kalıp köpek gibi ağlamalıydım.
“Sen bunu dert edecek biri değilsin. Başka bir şey olmalı”
Ayaz'ın söylediklerini idrak etmeye çalışıyordum, daha doğrusu idrak etmiştim ama yanlış yorumladığımı düşünerek farklı anlamlar yüklemeye çalışıyorum. Olmadı. Ne yaparsam yapayım sinirli olduğum için onu yanlış anladığım, tahmin ettiğim şeyi ima etmek istemediğine beni yönlendirecek parçaları birleştiremedim. Kafam çatlayacak gibi olunca vazgeçip onun açıklamasını istedim.
“Anlamadım”
“Anlamayacak bir şey yok. Sen, birinin seni öpmesinden ya da sana dokunmasından rahatsız olacak biri değilsin. Rahatsın, genişsin, umursamazsın ve daha birçok şekilde bunu devam ettirebilirim.”
Başından beri ne demek istediğini doğru anlamıştım ama ben bu tarz etiketleri Ayaz gibi insanlara bile hemen yapıştıramazken o beni çok rahat infaz etmişti. Kendimi tutamayıp gülmeye başladım ve bakışlarımı Ayaz’a çevirdim. Gayet rahat ve yüzsüz bir şekilde gözlerimin içine bakıyordu. Ellerimi iki yana açıp kendimi göstererek konuşmaya başladım.
“Büyük geniş kanepe. Herkes oturabilir, teşhir malıdır, denemek bedava diyorsun. Bana karşı yargın bu mu? Söylediğin vasıflara sahibim diye önüne gelen bana dokunabilir ve beni öpebilir, ben de bundan rahatsız olmam hatta memnun olurum öyle mi?”
“Ben öyle demedim! Önüne gelen tabii ki sana dokunamaz ama tanıdığın ve aranda çekim olabilecek kişilerden rahatsız olmayacak bir karakterin var diyorum”
“Ve bunların hepsi içimden geldiği gibi davrandığım için öyle mi? Simay’ın babası gibi kendini beğenmiş ya da Sanem Hanım gibi iki yüzlü olsam senin tarafından saygı görecektim öyle mi?”
“Sen içinden geldiği gibi davranmıyorsun. Sen sürekli flört halindesin. Arabada yaptıklarını hatırlıyor musun?”
“O sadece bir oyundu ama senin yaptığın oyun falan değildi. Benim de senin hakkında yargılarım var Ayaz. Mesela orospu çocuğu olduğunu düşünüyorum ama sana öyle davranmıyorum insan şeklinde olmam hatrına”
“Doğru konuş”
“Neden? Ben de yarattığın izlenime göre davranıyorum. Senin de buna sinir olmaman lazım. Ben acı gerçeğe gülüp geçeceksem eğer karakterimden dolayı, sen de orospu çocuğu vasfını duymamazlıktan gelmelisin. Ki senin yargın beni tanımadığın için ve tanısaydın bunu söylemezdin ama ne var biliyor musun? Benim sana yapıştırdığım etiketi seni tanıyan tanımayan herkes sana yakıştırıyordur”
Cümlemi bitirdikten en çok bir saniye sonra Ayaz yakamdan tutarak yerlerimizi değiştirip sırtımı kapıya çarptığında bu evden birkaç kemiğim kırılmış halde çıkacağımı düşündüm. Korkudan nefes alışlarım o kadar çok sıklaştı ki düşüp bayılacak gibi hissediyorum ve aldığım hiçbir nefes bana yetmiyordu. Sanırım Ayaz’ın ince noktasını bulmuştum ve üzerinde tepinmem onu çileden çıkarmıştı. Dayak yesem bile gam yemezdim çünkü onun beni incittiği kadar onu incittiğimi anlamıştım. Tek sorun o daha çok ileri giderse benim daha ileri gidebilmek için oynayacak kartımın olmamasıydı. Ayaz yüzünü iyice yüzüme yaklaştırıldığında sadece birbirimizin nefesini soluyorduk.
“Madem öyle Cemre, ikimizde vasıflarımızın hakkını verelim ha ne dersin? Sen rahat ol, ben de orospu çocuğu ama şu var ki ben bundan zevk alırken sen ne yaparsın bilmiyoruz. En iyisi tecrübeyle sabitlemek.”
“Ne diyorsun sen be manyak? Uzaklaş benden nefes alamıyorum”
“Önemi yok. Biraz sonra nefesin de özün de ben olacağım. Ben, bana verdiğin vasfı sonuna kadar hak ederken sen de sana verdiğim vasfı hak etmeye çalış”
“Böyle bir şey yapmayacaksın Ayaz. Böyle bir şey yapmazsın. Yapmayacağım de.”
“Öyle mi dersin?”
Artık kendimi tutacak gücüm kalmamıştı Kendimi ayakta tutan ben miydim yoksa Ayaz’ın yakamdan tutması mı ayakta durmamı sağlıyordu çözemiyordum. Neredeyse bedenlerimiz arasında boşluk kalmayacaktı. Ayaz dudaklarını yanağıma sürterek değdirince yüzümü yana çevirdim. Bağıracağım anda anlayarak elini ağzıma kapatınca nefes almam iyice zorlaştı. Dudaklarını kulağımın dibine yanaştırıp.”Sadece şakaydı. Arabada bunun acısını çıkaracağımı söylemiştim” diye fısıldayıp benden uzaklaştığında neye uğradığımı şaşırdım.
Benim yaptığım onu incitmeyen, küçük, masum bir oyunken onun yaptığı hayvanlıktı. Küçük bir kahkaha atarak ellerini iki yana açıp “Tamam artık sakinleş. Nefes al. Sadece şakaydı işte” dediğinde şaşkınlığım daha da büyümüştü ağlamamı engellemeye çalıştığımdan boğazım parçalanıyor gibiydi.
“Biliyor musun? Arabada bence ikimizde eğlenmiştik ama burada tek eğlenen sensin ve bir şeyi kanıtlamış olduk” dediğimde Ayaz alaycı şekilde gülüp ukalaca “Neymiş o küçük hanım?” dedi.
“Benim senin tabirin gibi gevşek ve rahat olmadığım ve senin gerçekten piç olduğunu anladık”
Bir şey söylemesine izin vermeden çantamı yerden alıp odadan çıktığımda Ayaz’ın gülümsemesi solmuş, bakışlarını bana sabitlemişti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Buz ve Ateş #Wattys2018
Romancesıcak ve soğuk buluşunca ateş ve buz karışınca karla güneş değince ilk nefesi alınca, son nefesi verince sevinçten ağlayinca, çaresizlikten gülünce bırakıp gidince, geride kalınca buz mu erir ateş mi söner?