“Şaka yapıyorum len! Rahatla ve cevap ver. Arabanın üstü açılıyor mu?”
Ben domuz gibi hönküre hönküre gülerken Özkan ne yapacağını şaşırmış bir şekilde baston yutmuş gibi arabayı kullanmaya devam etti. Yolun yarısından sonra nihayet şaka yaptığıma ikna olmuştu ve ikimizin de çenesi hiç kapanmadı.
CEMRE
Annem gittiği zaman kızları kesinlikle eve çağırıyordum çünkü tek başıma evde kalmak çok sıkıcı oluyor, kendimi terk edilmiş hissediyor ve normalde yemeyeceğim kadar yemeğe dadanıyordum. Kızların benimle kalması ise bütün zamanın eğlenceli geçmesine sebep oluyor ve kendimi terkedilmiş gibi hissetmiyordum. Bence annemin, anneannem çağırdığı anda gitmek istemesi tamamen dönem dönem benden kurtulmak isteme çabasıydı çünkü isterse anneannemi ikna edebilirdi. Belki de edemezdi. Olsun ben yine de ikna edebileceğini düşünüp bütün suçu anneme atma taraftarıyım.
Eve geldikten en çok bir saat sonra kapının çalmasıyla gelenin Simay olduğunu anladım çünkü altında arabası olduğu için en erken hep o geliyordu. Simay içeriye ellerinde koca iki market poşetiyle girince gözlerim parladı. İkimiz mutfağa geçip kızların gelmesini beklerken abur cubur hazırlıklarını yapamaya başladık. Kızlarda tek tek damlamaya başlardı artık.
Simay mutfaktan çıkmak üzereyken bir anda aklıma gelen düşünceyle “Keşke kızları da alsaydın” dedim ve cümlem biter bitmez Simay, elindeki mısır çerezi kâsesini sertçe mutfak tezgâhına bırakınca istemeden irkildim.
“Ne oluyor kızım?! Durduk yere niye heyecan yaratıyorsun?”
Simay, cevap vermeyip tekme tokat dalacak gibi bakıyordu. Ben de geri dönüp elimdekileri yavaşça tezgâha bıraktığımda direk kollarını göğsünün üzerinde bağlayarak tek kaşını kaldırıp savaşa hazır olduğunu belli etti.
“Sorun ne Simay? Ne bu tavır?
“Keşke kızları da alsaydın derken?”
Ben onun tersine ellerimi açarak konuştum. İkimizden birini sakin olması gerekirdi ve Simay’ın yüz hatları en az sinirleri kadar gerilmişti ki bu onun sakin olamayacağını belirtiyordu.
“Basit bir soru sordum. Nedir anlamadım? Ne bu tepki?”
“Guruba bak öyle konuş o zaman” diyerek masaya bıraktığı kaseyi alıp içeriye gittiğinde, cebimdeki telefonu çıkarıp guruba baktım. Evde yalnız olduğumu belirttikten sonra bakma gereği duymamıştım çünkü kesinlikle, en az birinin geleceğini biliyordum.
Simay, guruptan kızlara isteyeni alabileceğini yazmış ama hepsi kendileri gelecekleri cevabını farklı şekillerde vermiştiler. Ben yine de Simay'ın tepkisini anlamamıştım. Gereğinden fazla alıngan ve sinirliydi. Sesini çıkaramayacağı birinden yediği bozgunun izlerini, beni sindirerek silmeye niyetliydi ki benim buna izin vereceğimi sanıyorsa doğru düşünüyordu.
O benim en yakın arkadaşımdı ve derdi neyse sakinleşip adam gibi anlatarak rahatlayana kadar onu alttan alacaktım. Olmadı Allah ne verdi deyip onu altıma alıp dalardım. Sonuçta küçükken dayağın insanı rahatlattığını tecrübeyle onaylatmış bir anneye sahiptim ve türümün tek örneği olmadığıma adım gibi eminim. Sabahları inatla yüzümü yıkamadan kahvaltı sofrasına oturma girişimlerim her zaman kulağımın kızaracak derecede çekiştirilmesi ve sonuç olarak yıkanmış bir yüzle sofraya oturmamla sonuçlanmıştı. Ama en güzeli akşam yenen dayaklardı ki onlardan sonra ağlayıp uyumak dünyanın en rahat uykuya dalış şekliydi. Üstelik sabah her şeyi unutmuş oluyordum. Evet, şu an psikolojim bozuksa bu da annemin suçu demek ki. Annem kazandığına göre bende kazanabilirdim ama burada tek sorun benim Simay’a anne şefkati göstermek zorunda olmamam. Buda Simay açısından sorun olduğuna göre, o halde yaşasın kötülük diyerek gazamı mübarek kılmak için salona geçmeliyim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Buz ve Ateş #Wattys2018
Romanssıcak ve soğuk buluşunca ateş ve buz karışınca karla güneş değince ilk nefesi alınca, son nefesi verince sevinçten ağlayinca, çaresizlikten gülünce bırakıp gidince, geride kalınca buz mu erir ateş mi söner?