Medya Cemre'nin söylediği şarkı. Barış Manço'dan orjinalini de dinlemenizi tavsiye ederim. Konuları birbirine neredeyse zıt ama güzel (ce sera le temps)
AYAZ
Cemre'yi öperken nefesini tutmuş kollarımın arasında ölü balık gibi hareketsiz duruyordu ve yaşadığını belli eden tek şey belime sardığı elini yumruk yaparak tişörtümü tutup çekmesiydi. Yine bodoslama dalmış yine hata yapmıştım. Daha çok ağlamaya başladığında uzaklaşıp alnını öperek çenemi başına dayadım. Şimdi kollarını benden çekerse bu sefer kendime verdiğim sözü tutup bir daha asla ona yanaşmaya çalışmayacaktım çünkü şu anki ağlaması kendini ne kadar kötü hissettiğini haykırıyordu.
Derin bir nefes aldıktan sonra "Özür dilerim. Yapmamalıydım. Bir daha asla böyle bir şey yapmayacağım" diyebilecek kadar sesimi buldum. Cemre başını göğsüme saklamıştı ve özür dileyip yapmayacağımı söylememle tekrar nefesini tutup ağlamasını keserek sadece "Seni öldürürüm" dedi. Kendimden bu kadar nefret ettirdiğime inanamıyordum. Kalbim durmak üzere gibi hissediyordum ve bunun hangi histen kaynaklandığını bile çözemiyordum.
Şu an korkuyordum, üzgündüm, çaresiz hissediyordum. Bütün imkânlar önüme serili ama benim onları kullanacak ne mantığım ne vücudum var gibiydi. Hissettiğim manevi acı bütün hücrelerimin eline çekiç tutuşturmuş her sınırımı yıkıyor gibi geliyordu ama bu sefer hissettiğim olumsuz duyguları Cemre'ye yıkıp yükümü hafifletemezdim.
Onun canını daha çok sıkmamak için başının üstünü öperek kolumu belinden çekeceğim sırada tişörtümü çeken elini belime dayayarak uzaklaşmamı engelleyip "Seni öldürürüm dedim. Yemin ediyorum o kadar ölürsün ki yaşamak ağır gelir" derken yerinden kalkıp dizlerinin üzerinde oturmuştu.
Ben de yerimde doğrularak oturdum ve "Tamam" dedim. Başka diyeceğim hiçbir şey yoktu. Cemre'nin çok üzgün olduğu her halinden belliydi ve onu şu an özür ya da herhangi bir telafi kelimesi rahatlatamazdı.
"Bu kadar mı Ayaz? Sadece tamam mı?"
"Cemre ne desem telafi edemeyeceğim. Ne dememi istiyorsun? Ya da ne yapmamı istiyorsun? Sadece söyle. Yapayım."
Yüzüne gelen saçı kulağının arkasına atıp gözlerini gelişi güzel etrafta dolaştırıp en son tek kaşını kaldırarak bana döndü ve "Ne söylersem mi?" dedi. Düşünemiyordum... elinin yerinde olup saçına korkmadan dokunan ben olmak istiyordum. Gözlerinin az önce gelişi güzel değdiği o noktalarda ben kalıcı durmak istiyordum.
Başımı aşağı yukarı sallamakla yetindim. Cemre gözyaşlarını önce avuç içleri sonra elinin tersiyle silip derin bir nefes aldı. Yine savaşmaya başlayacaktık ve bu sefer ondan korkmuyordum çünkü başkalarıyla iyi geçinmek yerine onunla sürekli savaşmaya bile razıydım ama kendimden korkuyordum çünkü bu düşünceler aklıma her dolduğunda bu kadarının saplantı olduğu sonucuna varmak istemiyordum.
Kısık sesle "Beni öpmek mi istiyorsun?" dediğinde savaşmaya hazırlanan benliğimin komutanını Cemre'nin önünde diz çöktürüp kendi silahımla vurduktan sonra "Al ne istiyorsan senindir" demek isterdim çünkü evet desem benim için geceler yanıp yıldızlar sönecek, hayır desem yine benim için ben yanacak umudum sönecekti. Peki, Cemre için ne demeliydim?
Cemre "Konuşsana be adam! Cevap ver bana!" diye bağırdığında alt dudağı yine bükülmüş ve çenesi titremeye başlamıştı. "Ben... Yani sen hangi cevabı istiyorsun? Neyi duymak istiyorsun?"
"Sorduğum sorunun cevabını duymak istiyorum ve şimdi cevap vermemen ya da benim sorumun cevabı haricinde başka şeyler söylemen sana daha çok öfkelenmeme sebep oluyor. Ya öldür bitsin ya da öp gitsin"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Buz ve Ateş #Wattys2018
Romancesıcak ve soğuk buluşunca ateş ve buz karışınca karla güneş değince ilk nefesi alınca, son nefesi verince sevinçten ağlayinca, çaresizlikten gülünce bırakıp gidince, geride kalınca buz mu erir ateş mi söner?