3- YOKTU

10K 270 57
                                    

Ağzımı tutan eller alev alev yakıyordu dudaklarımı. Titrememe mani olamıyordum. Nasıl geldi, nasıl içeri geldi sorularıyla annemin O'nun burda olduğunu fark etme korkusu kurumuş bir yaprak gibi parçalara ayırmaya başlıyordu tüm benliğimi sanki.

Erdem elini yavaşça ağzımdan çekti. Yüzünde dikiş izi, alnında belli belirsiz morluklar... Gözleri her zamankinden daha fazla ateş saçıyordu. "Sen!" dedi, "Nereden biliyordun, çabuk söyle! Sen kimsin? Onlardan mı?" Kendimi toplayıp hızla ittim O'nu. "Bırak beni, yoksa bağırmaya başlayacağım!" Ve tekrar ağzımı kapatmasıyla duvara yapışmam bir oldu. Onun kocaman bedeninin yanında ben küçücük kalmıştım. Niye bilmiyorum, içimden bir ses ondan korkmamam gerektiğini fısıldadı yine kalbime.

Erdem'in bedeni daha önce hiç bu kadar yaklaşmamıştı bedenime. Bu bir rüya mıydı? Onun tek derdi beni başkalarının işbirlikçisi olmam sanmasıydı besbelli. Nasıl inandıracaktım onu gördüklerime, işittiklerime ve en önemlisi ona olan hislerime?  Tüm bunlar umurumda değildi. Kızgınlıktan alev saçan gözlerine baktım ürkekçe.  Nefesimi tuttum.

Bir anda elleri gevşedi. Kulağıma eğildi ve usulca; "Sus." dedi. İrkildim, yutkundum. Odamın camını açık unuttuğumu fark ettim. Yangın merdiveninden çıkmış olmalıydı. Evimi nasıl bulmuştu acaba? Odamın yerini nereden biliyordu? "Lütfen beni dinle." diyebildim. Sesim yalvarırcasına cılız çıkmıştı. Yanaklarım, kulaklarım hepten alev almışcasına zonkluyordu. Bedenimin titremesine mani olamıyordum. Erdem "Hemen anlat. Yoksa gitmem." dedi.

        "Seni gördüm. Sonra onları... Seni bıçaklayanı... Eğer ben onlarla bir iş birliği içinde olsaydım seni neden uyarmak için yoluna çıkayım?" Bu kez yüzümü kaldırıp gözlerinin ta içlerine daha emin bir şekilde baktım. Kafası karışmış gibiydi. Suskunluğunu fırsat bilip sözlerime devam ettim.

      İşte şimdi başlıyorduk: "Küçüklüğümden beri bir an geliyor, geleceği kesit kesit görebiliyorum sanki. Ama..." sözlerimi tamamlamama fırsat vermeden Erdem'in kahkahası kulaklarımı çınlattı.

     Alaycı bir tavırla: "Ne yani, sen şimdi geleceği gören minnoş bir ev kedisi olduğundan bahsediyorsun ve benim de buna inanmamı mı bekliyorsun?"

     Yüzündeki beni küçümser tavrı bütün sinirlerimi alt üst etmeye yetmişti. Halbuki bu sırrımı daha önce hiç kimseye bu kadar içten anlatamamıştım. Erdem'le ilk kez kendimi bildim bileli beni bin bir vicdan azabına sürükleyen en büyük sırrımı paylaşıyordum.

     Birden odamın kapısının çalışıyla irkildik. Babam beni yemeğe çağırıyordu. "Eflal, kızım, seni bekliyorum. Sen yemezsen benim de karnım doymaz bak." diye seslendi babam yine beni düşünen, ince ruhuyla.

"Git! Yoksa bağırırım!" dedim Erdem'e daha da yaklaşarak. Erdem son bir hamleyle kulağıma eğildi. "Sana inanmıyorum ve işimiz daha bitmedi." diye kulağıma fısıldayıp camdan atladı merdivenlere. Kulağıma deyip geçen nefesi tüm vücudumu bir kez daha titretmeye yetti.

Kapıyı açtım. Babama koşar adım sarıldım. Bu evde bana sarılan, beni seven, sevgisini hissettiren tek insan oydu. Ben onun biricik prensesiydim.

        Küçükken annemin bana sarılması için abimden arta kalan zamanları nasıl da dört gözle beklediğim geldi aklıma. Fakat her zaman olduğu gibi abimi sever, okşar, beni bir bahaneyle iteklerdi. Yıllarca bir kez olsun beni de sevmesini bekledim. Hatta kendimde suç aradığım çok oldu. Kız olduğum için mi beni değil de, abimi seviyordu? Evde ne zaman beni görse bakışları kızgın bir demir gibi sertleşir, kaçmak için yer arardı hep. Ben ona ne yapmıştım, karşıdan onu sevmekten, gizliden gizliye onu koklamaktan başka?

EFLALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin