Hayatımın rotası daima iniş çıkışlarla doluydu. Ve ben artık bu dengesizlikten çok yorulmuştum.
Erdem'den uzak durmaya ve ona ilişkimizin gittiğini kabullendirmeye çalışırken, meğerse buna ikna olmayan esas kişi benmişim. Yine, aynı yerde, yuvamda kendimi bulmuştum.
Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın, günün sonunda daima kendimi onun kollarında buluyordum. Bir gün ayrı, bir gün barışık olmaktan artık çok sıkılmıştım. Sonunda yine kendimi Erdem'in kollarına bırakmıştım.
Erdem'in dudakları dudaklarımın üzerinde gezinirken bir an olsun tüm gerçekliği bir romanın sayfalarını yırtıp atarcasına sıyırdım dünyamdan. İstesem de, onun sıcak nefesi yüzümde gezinirken gerçekliğe odaklanamıyordum. Öpücüklerimiz şiddetini artırırken Erdem alt dudağıma küçük ısırıklar bırakmaya başladı. Dili dilime değdiği anda işlerin daha da ileriye gideceğini anladım. Yine de kendimi ona cevap vermekten alıkoyamıyordum. Koşulsuz ve şartsız, her seferinde onun kollarına koşuyorum. Her seferinde ona sığınıyordum.
Erdem öpücükleriyle senkronize halinde hareket eden elleri belimi bir kelepçe kadar sert bir biçimde kavradı ve beni yatağa sırt üstü yatırdı. "Sen benimsin... Her zaman benimdin..." diye kulağıma fısıldarken bütün tüylerimin havaya kalktığını hissettim. Durmasını istiyordum fakat bu anın bitmesini istemiyordum.
Soğuktan buz tutan bir su birikintisinin altına hapsolmuş gibi titreyen bedenime ben bile acıyacak hale gelmiştim. Ruhum cehennem ateşinin azabına hapsolmuş olsa da, üşüyen bedenimi ısıtmaya yetmiyordu gücü. İçimdeki tezatlık her zaman olduğu gibi kendini belli ediyordu. Ruhumdaki kavga yine tüm benliğimi ele geçiriyordu. Erdem ıslak bir serçe gibi titreyen bedenimi fark etti. Ve "İyi misin?" diye sorarken yüzünü benden uzaklaştırdı.
Okyanus mavisi gözlerini merakla yüzüme diktiğinde yüzündeki ifadeyi sahneleyen kaslar hareketsizdi. Tek bir kas bile yerinden oynamamıştı. Cevap vermeden üstümde duran Erdem'den yavaş hareketlerle kurtuldum. Yatağın en köşesine doğru ilerledim. Titreyen bacaklarım yatağın ucuna doğru sarkarken başımı ellerimin arasına aldım. Saçlarımın aralarına karışan parmaklarımla saç tellerimi olabildiğince çekiştirdim. Şu an bu acıyı hissetmek, gerçek hayata dönmeme yardımcı olur diye umut ediyordum. Ki nitekim öyle de oldu. Az önce yaşadığımız heyecan dolu anlar bir balonun son hızla sönmesi gibi son buldu ve kendime, Naz'a ve babama verdiğim sözler bir atlı ordusu misali beynime hücum etti.
Erdem bir kez daha sordu; "Eflal, iyi misin güzelim?" Sorusuyla birlikte elleri gür saçlarımın arasında kaybolmuş ellerime kaydı. Ve ellerimi saçlarımdan kurtarıp dudaklarına götürdü. "Sana her şey güzel olacak demiştim."
"Erdem..."
"Sus... Eğer ağzından yine ayrılık lafları çıkacaksa konuşma. Yine aynı saçmalığın içine bizi çekme."
"Erdem bak..."
"Sus Eflal, yalvarırım sana sus..."
Aslında hiçbir şey söylememe gerek yoktu. Erdem her zaman ki gibi bir bakışıyla ruhumu okuyordu. Ne diyeceğimi, aklımdan geçenleri adı gibi biliyordu. Yine de duymaktan korkuyordu. Ona biraz zaman vermek için sustum. Ya da kendime... Bilmiyorum.
Ruhumda sağanak yağış hakimdi. Hızını gittikçe artıran içimdeki yağmur, gözlerimden damlalar halinde yuvarlanırken bir nebze olsun yüreğimdeki yangını söndürmeye yarıyor gibiydi. Ben ağladıkça Erdem ruhumu daha da çıplak bir şekilde gördü. O benim çaresizliğime şahit oldukça daha da çok ağladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLAL
RomanceKonuşmanın vakti gelmişti demek. Gerçeklerle yüzleşmek... Yerimden kalkıp onu duvarın köşesine doğru sıkıştırdım. Benden korkan gözleri, titreyen bacakları, karşımda ufacık kalan bedeni... "Sana üç şey söyleyeceğim. Bu üç şeyi asla unutmayac...