Erdem üstüne tam olarak oturmuş koyu lacivert rengi damatlığın içine nefes kesici görünüyordu. Okyanus mavisi gözleri mutlulukla parlarken göğüs kafesimden mideme doğru ılık ılık bir şeylerin aktığını hissettim. Hızlanan nabzımı bir an önce düzene sokmam gerekiyordu. Yoksa titreyen bacaklarım bembeyaz çiçeklerle kaplı bu yolda yürürken bedenime ihanet edecek ve yere yığılmama sebep olacaktı. Kim düğün günü, nikahının kıyılacağı adama doğru yürürken, etraftaki onlarca insan kendisine hayranlıkla bakarken yere kapaklanmak isterdi ki?
Gözlerimi sımsıkı kapattım ve derin bir nefes aldım. Tekrar Erdem'e doğru bakmak için kirpiklerimi araladığımda nikah müziğimiz çalmaya başladı. Ortama yayılan her bir melodi kalbime acımasız mızraklar sapladı. Çünkü Erdem'e doğru yavaş adımlarla yürüyen kişi ben değildim. Gelinlik Naz'ın ince fakat kıvrımlı hatlardan oluşan bedenini enfes bir şekilde ortaya çıkarmıştı. Beline kadar inen dekoltenin ten rengi tüllerinin üstünde ahenkle dans eden dantel işlemelerinin üzerinde parıldayan ince taşlar müziğe eşlik eder gibi göz kırpıyordu.
Erdem'e bir adım mesafe kala Naz durdu. Ve kafasını bana çevirdi. Gözlerinden çıkan intikam ateşi soluk borumdan aşağı doğru kayarken canımı yaktı. Gözlerimden süzülen hayal kırılığının kamçıladığı yaşları silmek için elimi kaldırdığımda yüzüğümün yerinde olmadığını fark ettim. Ve hemen bakışlarımı Naz'ın ince ve uzun parmaklarına kaydırdım. Deniz kızının yüzgecini andıran pırlantadan yayılan ışık gözlerime saplandı ve gözlerimden yuvarlanan çığlar parmaklarıma bulaştı. Bu kez bakışlarımı elimdeki sıcak sıvıya şaşkınlıkla ve öfkeyle çevirdiğimde ellerimdeki kan rengini gördüm.
Nefes nefese kalmış bir şekilde yataktan fırladığımda camdan süzülen güneş ışığı gözlerimi kamaştırdı. Alnımda biriken terler ayağa kalktığımda yanaklarıma doğru aktı. Derin bir nefes aldım. Hala gördüğüm kabusun etkisi altındaydım. Sevdiğim adamla hayatımı birleştireceğim bu güne böyle bir başlangıç yapmış olmak hayatın bana en acımasız hediyesiydi. Geçmiş hala peşimi bırakmıyordu. Geçmişin tırnakları zihnime öyle bir geçmiş ki, tırnak diplerinde umudumun kırıntıları can veriyordu. "Çok şükür..." diye fısıldadım. Sesim çatlamıştı. Kuruyan boğazımın acısıyla masada duran sürahiye yönelmeme yol açtı. Elimi attığım bardağa doldurduğum suyu birkaç saniye içinde mideme indirdim.
Erdem neredeydi? Uyanmış mıydı? Aşağıdan telaşlı gürültüler geliyordu. Duvardaki saate çevirdim bakışlarımı. Saat 9'a geliyordu. Hemen kendimi duşun altına attım. Vücudumda gezinen ılık suyun tüm kötü düşüncelerimi ve az evvel gördüğüm kabusun kalbimde bıraktığı sancıları silip götürmesini diledim. Akreple yelkovan birbiriyle yarışırken gözlerimi sımsıkı kapatıp suyun altında cansız bir beden misali hareketsiz bir şekilde beklerken kapının çalan sesi kendime gelmemi sağladı.
"Eflal, uyandın mı güzelim?" Duyduğum bu ses, Erdem'in sesi, kalbimdeki sancıları şefkatle sarmaladı. Ruhumdaki yaraların ilacı kapının ardında beni bekliyordu. "Çok şükür." dedim içimden bir kez daha.
"Evet, çıkıyorum şimdi." dedim ve suyu kapattım. Askıda duran havluyu bedenime sararken bedenime çarpan suyun etkisiyle titremeye başladım. Üşüyordum, hem ruhum, hem bedenim titriyordu. Kapıyı açıp dışarı çıktığımda Erdem yatağımıza oturmuş beni bekliyordu. Kafasını kaldırıp bakışları benimle buluştuğunda, gülümseyen göz bebekleri bir anda karardı. Ters giden bir şeylerin olduğunu bir bakışta anlamıştı. Bana tek bir bakışıyla bile ruhumu çırılçıplak bırakabiliyordu. Ona karşı bu kadar savunmasız olmak bazen canımı sıkıyordu. Mesela şu an, içinde bulunduğu mutlu anı ondan almaya hakkım yokken bile, Erdem'den bir şeyler gizlemek olanaksızdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLAL
RomansaKonuşmanın vakti gelmişti demek. Gerçeklerle yüzleşmek... Yerimden kalkıp onu duvarın köşesine doğru sıkıştırdım. Benden korkan gözleri, titreyen bacakları, karşımda ufacık kalan bedeni... "Sana üç şey söyleyeceğim. Bu üç şeyi asla unutmayac...