Uyumamalıydım. Küçüklüğümden beri uyku ile mücadele etmeye alışkındım. Artık eskisi gibi korkmadığımı fark ettim. Çünkü ben Erdem'siz kalarak görebileceğim en büyük korkuyla yüzleşiyordum.
Mezuniyet günü, Erdem'in, elbiseleri denerken yüzündeki ifadeyi son bir kez daha görebilmek için neler yapmazdım... Her şey bu denli güzel giderken nasıl da bir anda kabusa dönüşmüştü? Erdem'le bu kadar birbirimizi severken hem de... Mutlaka, mutlaka bir sebebi olmalıydı...
Aklıma bir bir Erdem'in amcası Necdet, Naz ve Erdem'in babası düştü. Beynim zonkluyordu. Parçaları bir türlü yerine oturtamıyordum. Sanki en değerli parça kayıptı ve "O" olmadan diğerleri yerine oturmuyordu.
Göz kapaklarım yine ağırlaşıyordu. Ne zaman daldığımı hatırlamıyorum.
Üzerime yine karabasan mı basmıştı? Bilinçaltımda birikmiş tüm karabasanlar birbiriyle yarışıyordu. Yıllarca gözlerimi açamadan "Bitsin. Gitsin..." diye ettiğim dualar bir anda yitirmişti beni koruma gücünü. İlk defa açabildiğim kadar büyük açtım gözlerimi.
Üzerimde "Eflal... Sen benimsin, hep benimdin. Hiçbir zaman ne Erdem ne de başkası alamaz seni benden!" diye fısıldayan abimin tenime değen nefesi nefesime karıştı. Abim ile böyle bir anda ilk defa göz göze geliyorduk. Yıllarca beni o cehennem çukuruna sokup çıkartan o cehennem bekçisiyle göz gözeydik.
Elimi avucunun içine aldı. Dizlerinin üzerinde duruyordu. "Ah Eflal... Korkma. Erdem'le ne olmuş olursa olsun ben hep seninleyim." derken kendiyle tartışıyor gibiydi.
Erdem'leyken zamanın, mekanın, geçmiş ve geleceğin silindiği bir andı o yaşadıklarımız. Onunla geçirdiğim tüm anların kara bir leke olduğunu söylüyordu bu iğrenç yaratık. Benim hayatımın asıl kara lekesi karşımdaydı.
Yıllarca annem sandığım kişiye, duyarsa kaldıramaz sandığım babama, hatta kendime bile söylemekten korktuğum, her sabah silinip gece olunca da tekrar üstüme sıçrayan bu kara leke kaçıp gitmiyordu artık. Ama bu kez... Ama bu kez bende korkmuyordum!
Bu kara lekeden kurtulmalıydım. Hışımla kalkmak için davrandığımda üstüme bir çimento dolusu çuvalın ağırlığını bırakarak zıpladı. Abimin ezici ağırlığını şu an tam olarak üstümde hissediyordum. Fakat içimdeki kin, nefret, öfke ile birikmiş ve büyümüş dev meşale bir anda alev aldı.
Üzerimdeki bir çuval dolusu çimento ağırlığını gittikçe artırırken vücudumun her bir zerresine hücum eden kanın her damlası diken olmuş, bana yapışmış olan o yaratığın vücuduna batıyordu. Üstümden o ağırlığı itip nasıl doğrulduğumu hatırlamıyorum. Başucumda duran sürahinin yere düşmesiyle kırılan ve etrafa ince kum taneleri gibi yayılan cam parçalarının çıkarmış olduğu sesle irkildim.
Yere sırtüstü düşen abim denilen cani yaratığın üstüne doğru atlarken yerdeki hangi cam parçasını elime ne ara aldığıma emin değildim.
Kendime geldiğimde üstüm başım sırılsıklamdı. Ellerim yapış yapıştı. Abim yerde hareketsiz bir halde yatıyordu. Göğsünde, karnında, boynunda sayamadığım delikler, çizikler ve her yerde kan vardı, elimde ise hala o cam parçası... Ellerimin her yeri kesik içindeydi. Bu kez avuçlarımdaki yaraları sarıp sarmalayacak ve öpecek Erdem de yanımda yoktu. Bu kez canım hiç yanmıyordu.
Ünlü bir ressamın biten şaheserine baktığı gibi eserime baktım. Buz tutmuş gibiydim, donmuştum. Hani ölüm anında ruhun yükseldiği söylenir ya, tam da o andaydık. Hiç bu kadar hafif olmamıştım. Avucumu yaran o camı çekip çıkarmak istemiyordum. Çünkü ömrümdeki kara lekeyi, ruhumu sokup kaçan o yılanı bu cam parçasıyla silmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLAL
RomanceKonuşmanın vakti gelmişti demek. Gerçeklerle yüzleşmek... Yerimden kalkıp onu duvarın köşesine doğru sıkıştırdım. Benden korkan gözleri, titreyen bacakları, karşımda ufacık kalan bedeni... "Sana üç şey söyleyeceğim. Bu üç şeyi asla unutmayac...