Bir fotoğraf karesi...
İki aşığın en mutlu anının karesi...
Bakıldığı anda tüm yaşanmışlıkları anlatmaya yetecek kadar gülen iki göz bebeği...
Ve o fotoğrafı yırtarcasına ortadan ikiye ayıran bir adam.
Abim... Senelerce abim sandığım adam, ruhumun cenazesinin namazını çoktan kılmış, bedenimin son yaşam belirtilerini de elimden almaya hazırlanıyordu. Ve kaburgalarımın arasına kimse görmesin diye gizlediğim o fotoğraf karesini eline aldı. Acımasızca ortadan ikiye yırttı.
Erdem gittikten sonra öldüğümü sanmıştım oysa ki... Meğer hala yaşıyormuşum. Meğer bir yerlerde hala beni seven bir Erdem olduğunu içten içe biliyormuşum... Ne tuhaf.
Meğer ölümüm bu güne kısmetmiş... Teslim olmuştum. Kanlar içinde yerde yatarken gözlerimi Erdem'den ayıramıyordum. Abime teslim olmuştum.
Erdem'in çığlıklarını titreyen vücudumun zangırtısı bastırmaya yetmiyordu. Ne acı... Kendim için değil, az sonra şahit olacakları için Erdem'e üzülüyordum. Sırf ona zarar gelmemesi için ondan vazgeçmiştim oysa ki. Ne fayda... Yine başaramamıştım! Hayatıma dokunan herkesin zarar görmesine alıştığımı sanmıştım. Alışamamışım... Ne de trajı komik bir tablo ama...
Abim tişörtünü ve pantolunu çıkarmış, üstüme çullanmıştı. Onu engellemek bir yana dursun, elini çabuk tutması için dua ediyordum içimden. Bir an önce bitmesini istiyordum. Son yaşam kırıntılarımı da bedenimden süpürmesini ve beni artık gerçek bir karanlığa bir an önce hapsetmesini diliyordum.
Tecavüze uğradıktan sonra yapacağım tek bir şey vardı. Tek bir şey! Ölmek...
Sevdiği adamın gözleri önünde tecavüze uğrayan bir insan başka ne yapabilir? Ölmek istiyordum. Ölmek için fazlasıyla gerçek bir tablo yaşasam da, en azından ilk kez kendi rızamla gerçekleştireceğim bir şey olacaktı. Bir halatı boynuma dolamak. Ve ölmek.
Ölürken renkler solar mıydı? Solarmış meğer. İçime çektiğim hava bayatlar mıydı? Bayatlarmış meğer. Ölüyordum. Abim bana her temas ettiğinde daha fazla ölüyordum. Bir kez ölmek varken, bin kez ölüyordum. Abimin bir an önce bedenimle olan hesabını kapatması için acele etmesini diledikçe, ağırdan alıyordu sanki. Tek tek vücudumun her bir zerresini öpüyordu. Gözlerimi Erdem'den ayıramıyordum. Öptüğü her yerimde mezarlar kazılıyordu. Ve mezarların üstüne Erdem'in gözleri, yas rengine bürünmüş simsiyah güller bırakıyordu. Ne acı.
Abim son hamlesini yapmak için üzerimden kalktı. Gözlerimi hala Erdem'den ayıramıyordum. Üstümden kalkan bedeninin ağırlığıyla kuş olduğumu hayal ettim. Uçtum. Cennete mi, cehenneme mi uçtum bilmiyordum. Kanatlarımı çırptıkça acı çekiyordum. İlk kez uçmak bana acı veriyordu. Arafın tam ortasında çırpınıyordum.
Erdem'in çığlıkları bir an son buldu. Gözlerimi Erdem'den ayıramıyordum. Kulağımdaki uğultu yüzünden mi duyamıyordum? Erdem'in susan dilini teslimiyetine yordum. O da teslim olmuştu demek. Benim gibi...
Canlanır umuduyla Erdem'in gözlerinde sulamaya çalıştığım çiçeklerim bir bir soldu. Gözlerimi kapattım. Abimin çıplak bedeninin ağırlığını tekrar üstümde hissettim. Gözlerimi daha da sıkı kapattım. O an bir çıtırdama sesi duydum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLAL
RomanceKonuşmanın vakti gelmişti demek. Gerçeklerle yüzleşmek... Yerimden kalkıp onu duvarın köşesine doğru sıkıştırdım. Benden korkan gözleri, titreyen bacakları, karşımda ufacık kalan bedeni... "Sana üç şey söyleyeceğim. Bu üç şeyi asla unutmayac...