Erdem'in gözleri o geceden bahsetmemle birlikte rahatsız olduğunu belli edercesine küçüldü. Kıstığı gözleriyle yüzümün her bir karesini ilk kez gördüğü bir şeye bakıyormuş gibi inceliyordu. Ardından alnının tam ortasındaki ince çizgi kayboldu. İmalı bir şekilde gülümserken konuştu:
"O gece derken? Hangi gece?"
Beni iyi tanıyordu. Beni köşeye sindirmenin tek yolu utandırmaktı. Eğer sinirlendirirse başarılı olamayacağını bilecek kadar, ruhumun en derinlerine kadar okuyabiliyordu kullanma kılavuzumu. Unuttuğu şey ise: benim onu çok daha iyi tanıyor olduğumdu. Erdem ile olan hikayemizin en başına gidersek; onun benim hislerimden haberinin bile olmadığı günlerde; ben onun suyunu kaç yudumda içtiğini, saçlarını hangi yöne atmayı sevdiğini, omuzlarının genişliğinin sebebini, olmak istediği mesleği ve nicesini biliyordum. Sanırım bir sıfır öndeydim, şimdilik...
"Çokta önemli bir gece değildi Erdem Bey. Boşverin..." İçimdeki burukluğa karşı çıkıp kafamı dimdik tuttum. Bakışlarımı ondan bir kez bile kaçırmamakta kararlıydım. O geceden bahsetmemle birlikte gözlerimin önünde beliren sahneler yanaklarıma pompalanan kan kırmızısı renginin sebebiydi. Kırmızı bana en yakışmadığını düşündüğüm renkti. Erdem'in gözleri yanaklarıma takıldığında gülümsedi. Kafasını sağ tarafa çevirdi. Gülümseyişi kısık bir kıkırdamaya yol açtığında omuzlarına tam oturan gömlek, kollarındaki kasların sertliği ile patlamak üzere gibi duruyordu. Sanırım masanın altından yumruğunu sıkıyordu.
Aklıma birden, bir zamanlar dudaklarımda gezinen dudaklarının boş kaldığı o kısacık zaman diliminde ettiği bir laf geldi: "Ah... Benim güzel deniz kızım..."
Ardından elleri yanaklarımda gezinmişti. Kızarmıştım! Şu an bile hayalimdeki ellerini tenimde hissedebiliyordum. Belli belirsiz gözlerimi kapattım ve iç geçirdim. Son cümlesini kulaklarımda yankılandı:
"Ah şu bembeyaz yanakların yok mu... Sana dokunmaya nasıl kıyacağım?"
Ardından dudakları yanaklarıma değmişti. "Fakat... Sen benimsin... Benim olan bir şeyin utançtan kızarması kadar tahrik edici bir şey yok bu dünyada..." Muzip şekilde gülüşü yine sağ gamzesine yapıştığında, içimdeki güvercin canımı acıtırcasına kanatlarını çırpmıştı.
Gözlerimi araladığımda Erdem çoktan sandalyesinden kalkmış, masasına doğru kalçasını dayamıştı. Kaslı ve uzun bacakları dolgun poposunun altındaki zemine doğru sallanıyordu. Kafasını sola doğru yatırdı. Bakışları içimi delip geçecek kadar net, sert ve bir o kadar da keskindi. Kör bir bıçaktı kokusu, yaklaştıkça burnuma doluşuna lanet etmek istedim. Çünkü bu derin koku, kalbimin en gizli zindanına hapsettiğim binlerce anıyı çıkarıyordu orta yere. Dudaklarımdan yayılan aptal gülüşü fark ettiğim sırada yüz ifademi kontrol altına almaya çabaladım.
"Neden gülüyorsun?" Meraklı gözlerle bakmaya devam ediyordu.
"Hiiiç. Şey, aklıma bir şey geldi de." Cılız parmaklarımda saçlarımı geriye doğru attım. Bakışları her hareketime mühürlenmişti sanki.
O sırada Erdem'de gülümsedi. Başını sağa çevirdi ve parmaklarıyla sağ gözünü ovuşturduktan sonra kendini toparlamaya çalışır gibi öksürdü.
"Siz neden güldünüz?"
Soru sormaya hakkım varmış gibi atlamıştım birde. Hala onu merak ettiğime dair bir ipucu vermiştim işte! Aptaldım ben, aptal!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLAL
RomanceKonuşmanın vakti gelmişti demek. Gerçeklerle yüzleşmek... Yerimden kalkıp onu duvarın köşesine doğru sıkıştırdım. Benden korkan gözleri, titreyen bacakları, karşımda ufacık kalan bedeni... "Sana üç şey söyleyeceğim. Bu üç şeyi asla unutmayac...