Çoğu insan bilmez ne denli kırılgan olduğunu. Güçlü hisseder kendini, güçsüzlüklerinin içinde bir yerlere saklandığından haberi bile olmadan. Sever kendini, annesinin ninnileriyle büyütür çocuk kalbini. Kumbarasında ninnileri olmayanların sığınağı; acıları olur bu kez. Onları sarar, sarmalar, gözü gibi büyütür. Ve gün gelir acıları kalbini kıranların celladı olur.
Yine acılarıma sığındığım birgün bu dört duvar arasında geçmişimi sorguluyordum. Ben, Eflal, sevdiği adam için her şeyini feda etmiş kız, gelmişini geçmişini tek kalemde silmeye hazır olan kız, kendisine saplantılı bir şekilde takıntılı olan bir adama, Emir'e yenilmiştim. Zifiri siyahla boyanmış duvarların arasında başımı ellerimin arasına almış, az evvel yaşadıklarımı boydan boya düşünüyordum. Bir plan kurmalıydım.
Mayınlarla dolu bir patikada ilerler gibiydim kendimi anlamaya çalışırken. Ben bile kendi döşediğim mayınları atlatmayı beceremezken, başkalarının beni anlamasını Nasıl beklenebilirdim? Ben bile kurduğum planın işe yarayıp yaramayacağından emin değilken, Erdem'in bana bu denli güvenmesi, beni bulması için bir işaret beklemesi, düşüncelerimi iyice salkım saçak bir hale sokuyordu.
Korkuyordum. İlk kez hapsolduğum bu delikten kurtulmanın tek yolunun kendimden geçtiğini bildiğim için korkuyordum. Bu zamana kadar Erdem bir yolunu bulmuştu, her defasında kaybolduğum karanlığın haritasını avcunun içi gibi ezbere bilmişti. Aramızdaki bağ ona ışık tutmuş, eninde sonunda o ışıkla yolumuzu aydınlatmıştı. Ve bu ışık ilk kez benim elimdeydi, zihnimdeydi.Gelecekten gördüğüm kesitlerin parça parça zihnimden dökülmesine alışmıştım senelerdir. Fakat bu kez, çoktandır tanrının zihnime bahşettiği şeyi keşfetmiştim. Dört duvar arasında hapisken bile zihnimi kullanmış, Erdem'in yanına gidebilmiştim. Şu an ise elimden gelen tek şey, ipuçlarını toplamak ve bulunduğum yerin ortaya çıkması için Erdem'e yardım etmeliydim. Bunu yapmak zorundaydım. Ama nasıl?
Kendi kendime mırıldanırken kapının açılma sesiyle irkildim. Saat kaçtı, ne zamandır burdaydım bilmiyordum. Zaman kavramı donmuştu sanki. Kapıdan süzülen keskin ışığın etkisiyle gözlerimi kıstım. Emir yüzünde boş bir ifadeyle ve alevler saçan gözleriyle kapıda duruyordu. Geniş omuzları küçülmüş, gözbebeklerinin etrafındaki boşluklar kanlanmıştı. Gözaltındaki morluklar onun da en az benim kadar yorgun olduğunun kanıtıydı.
"Ne zamana kadar beni burada tutacaksın?"
Dudaklarımdan dökülen ilk cümle bu oldu. Saf gerçeklik eğilimlerime her zamanki gibi karşı gelememiştim. Ve birkaç ipucu bulmak için onunla konuşmak zorundaydım
Sıkıntılı bir şekilde saçlarını karıştırdı. Derin bir nefes aldı.
"Biliyor musun?" derken aheste adımlarla yanıma yanaştı. Sindiğim duvarın köşesinde küçücük kalmış bedenimin yanına oturdu.
"Gerçekten bana bir şans verdiğini düşünmüştüm. Gerçekten beni sevebilme ihtimalin uğruna, Erdem için acı çektiğin aylar boyunca, birgün beni seversin umuduyla hep bekledim seni. Gözünün en içine baktım, bana dair bir pırıltı aradım bakışlarında aylarca."
Sesi titriyordu. Kafamı korkak hareketlerle kaldırdım ve yüzüne kaçamak bir bakış fırlattım. Gözpınarlarındaki akmak için sabırsızlanan yaşlar vicdanımın huzursuzca hareketlenmesine yol açtı. Düşüncelerim boğazımdan aceleyle aktı.
"Seni hiçbir zaman kırmak istemedim. İnanmayacaksın belki ama, seni sevebilme ihtimalime bende inandım. Beni sevme şeklini sevmiştim. Ama yanılmışım. Bir adam sevdiği kıza bu işkenceyi nasıl reva görür?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLAL
RomanceKonuşmanın vakti gelmişti demek. Gerçeklerle yüzleşmek... Yerimden kalkıp onu duvarın köşesine doğru sıkıştırdım. Benden korkan gözleri, titreyen bacakları, karşımda ufacık kalan bedeni... "Sana üç şey söyleyeceğim. Bu üç şeyi asla unutmayac...