29 - TECAVÜZ VE TEKLİF

4.5K 93 44
                                    

Daha fazla "İmdaatt!!" diye bağırmaya mecali kalmayacak kadar bitkin düşen bedenim yerini sessiz inlemelerime, çaresiz bakışlarıma, korkak gözlerime teslim etmişti. Sevinmeli miydim yoksa üzülmeli mi? Araf'ın tam ortasındaydım. Katil olmamıştım; sevinmeliydim. Abim ölmemişti; üzülmeliydim...


Bu kez belli ki Erdem beni kurtaramayacaktı. Yüreğimden kopan sessiz çığlıkları kimse duymayacaktı. Yanaklarımda dökülen gözyaşlarım şu pislik herifin bedenini yalıyordu. O koca bedeninin altında ezilen bedenim var gücüyle çırpınıyordu ondan kurtulmak için. Ama nafile...


Oysa ki daha az önce, o küçücük küvetin içinde, Erdem'e; bütün bedenimi, ruhumu, kalbimi, her şeyimi vermeye hazırdım. Fakat şu an tenimde davetsiz ve ısrarcı bir misafir gibi dolaşan elleri kesip atmak istiyordum. O ellerin değdiği yerleri yakmak istiyordum. Ölmek istiyordum.


"Seni o pisliğe bırakmayacağım! Erdem'in değil, benim olacaksın!" diye hırlayan abim çoktan belime kadar sıyrılmış battaniyeyi üzerimde çekti ve bir köşe telaşla fırlattı. Çırılçıplak bir halde yatakta utançla küçülen bedenim, ölümünü bekleyen küçük bir kuş misali titredi. Abimin gözleri çıplak bedenimin üzerinde iştahla gezindikçe ümidim her geçen dakika yanan bir mumun eriyişindeki aheste edayla karanlığa gömüldü.


Bu pislik herifin olmaktansa ölmeyi yeğlerdim. Ölüm daha kolaydı, daha huzurluydu. Bu dünyada ondan kurtuluşum yoksa eğer, öbür dünyaya gönül rızasıyla gitmeye razıydım. Cehenneme bile razıydım. Yeter ki abimin olmadığı bir yer olsun...


Ancak şu an hayatıma kıymaya bile fırsatım yoktu. Erdem'in dokunmaya kıyamadığı vücudumda; belirgin göğüs uçlarımın üzerinde bu pis sapığın parmakları gezinirken, hunharca yüreğimi acıta acıta indirdi pantolonunu. Küflenmiş bozuk bir peyniri anımsatan kokusu çarptı bir kez daha burnuma. Kusmak için öğürdüğümde, bir elini göğsümden, bir elini ise çıkardığı pantolonundan kurtarıp ağzımı tıkadı sertçe. Kusmuğum boğazımda içeri doğru ılık ılık akarken öğürme isteğim bir kez daha baş gösterdi.


Gözlerimi kapattım. Erdem'in yakıcı gözlerini hayal ettim. Bulutların üstünde gülümseyerek bana elini uzatan Erdem'in görüntüsü bile şu an hissettiğim acıyı bastırmaya yetmiyordu. Sahi Erdem nerede kalmıştı? O'na gitmemesini söylemiştim!


Üstüme uzanan pis sapığın bir eli kalçamı var gücüyle sıkarken bir yandan da diğer eli en mahrem yerlerimde geziniyordu. Çığlık atmak için ağzımı her açtığımda o sigara içmekten morarmış dudakları ve sararmış dişleriyle ağzıma kapanmaya başlıyordu. Sırf bunu daha fazla tekrarlamasın diye susmaya karar verdim. Daha fazla buna katlanamazdım.


Bir ara yüzünü yüzüme yakınlaştırdığı anda var gücümle suratına tükürdüm. Bu hareketime hazırlıksız yakalanan abim yüzündeki kesik izlerinden terleri fışkırırken kulağıma doğru soluyarak inledi "İşte bu kez, seni doğduğuna öyle bir pişman edeceğim ki..."


Bu kez yakışıklı prens, deniz kızını kurtaramamıştı. Bu kez her şey masallardaki gibi olmamıştı. Bu kez roman sayfalarında son anda kurtarılan baş kahramanın kaderi beni terk etmişti. Yapayalnız kalmıştım. İçimdeki Eflal mezarını buldu ve yattı. Can vermeye hazırdı.


Bu pis sapığın iri organı vücudumda saltanatını ilan etmiş gibi bir o yana, bir bu yana gezinirken bir kez değil, bin kez öldüm. Her geçen saniye acıyla yeniden var oldum, tiksintiyle bir kez daha öldüm. İçimdeki rengarenk çiçekler soldu, sümbüller boynunu büktü, bülbüller lal oldu, dilsiz oldu. Gözlerimdeki yıldızlar bir bir düştü kalbime saplantı keskin birer ok misali.


EFLALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin