70-RUH

1.1K 51 139
                                    

Sevgililer günü yarışması için yazdığım 'Uçurum' adlı hikayeme göz atmayı ve oylamayı unutmayın! :) Eğer devamının gelmesini isterseniz yarışma bitiminde gelecek. Bugün arayı kapatmak için uzun bir bölüm yayınladım. En sevdiğiniz cümlelere, satır aralarına yorum yapmayı unutmayın, zira okurken keyif alıyorum. Bomba gibi bir bölüm sizlerle... Keyifli okumalar:)

__________________________________________________________________


        Kapıyı aceleyle açıp içeri girdim. Kalbim ağzımda atıyordu. Gelecek miydi sahi? Geldiği gibi beni de aşkımızı da yerle bir mi edecekti? Yoksa bizi bitirmeye kıyamayıp, en uzaklara mı gidecekti?

         İçine düştüğüm ikilem bütün benliğime sahici bir sarsıntı etkisi yaratırken sadece bekledim. Kapının önünde, elim kalbimde bekledim. Gelmesi için yalvaran kalbimi susturmaya çalışan mantığımdı. Gelirse eğer her şey bitecekti. Başladığı gibi bitecekti. "Ya gelmez ise?" diye sordu kalbim dudaklarını büküp. Mantığım kalbime çatık kaşlarıyla baktı. "Buna sevinmen lazım!" dedi. "Dua et, gelmesin! Yoksa öleceksin!"

Dakikalar saatleri, saatler bir asrı kovalıyormuş gibi geçerken içimdeki merak yavaş yavaş can vermeye başladı. Gelmiyordu işte! Seviyordu hala beni! Vazgeçememişti hala benden! Yüzümdeki aptal gülümsemeyle mutfağa doğru ilerledim. Beni yine yanıltmamıştı. Bize kıyamamıştı. Kendime bir kahve koydum ve banyoya doğru ilerledim.

       Bitap haldeki kıyafetime aynada göz gezdirirken, bakışlarım yüzüme takıldı. Uzun süredir göz bebeklerimde olmayan bir ışıltı vardı gözlerimin en derinlerinde. Gözlerimi sımsıkı kapattım ve fısıldadım: "Şükürler olsun..." Kalbimde çalmaya başlayan neşeli bir melodi eşliğinde duşa girdim.

       Kalbimin şarkısına ıslıklarla eşlik eden dudaklarım uzun süredir ilk kez mutluluk duygusuyla buluştuğumun emsaliydi. Onsuz bir hayat her türlü duygudan yoksundu. Üzerinde yemyeşil otların bitmediği çorak bir arazi gibiydi. O çorak arazide filizlenmeye başlayan çiçek kokuları burnumdaydı. Tenimle sevişen su taneleri kadife gibi yumuşacıktı.

            İçimdeki tarifsiz sevinç duştan çıktığımda da devam etti. Özlemiştim bu duyguyu. Ona bir rest çekmiştim. Çünkü hala beni sevdiğini hatırlamasına ihtiyacı vardı. Unutamadığını anlaması lazımdı. Onu terk etmeme, bırakıp gitmeme rağmen bensiz bir hayatı kabullenemediğini görmem lazımdı. Gelmemesi lazımdı. Gelmedi...

           Yüzümdeki huzurlu gülümseme eşliğinde bornozumu giydim. Islak saçlarıma doladığım havlu başımın ağrısına iyi gelmişti. Kuş kadar hafif hissediyordum kendimi. Tertemiz bir sayfaya adım atmıştım artık. Mezun olmuştum, avukat olmuştum, Türkiye'nin en büyük holdinginde, Erdem'in şirketinde staja başlayacaktım ve en önemlisi artık geri dönüşü mümkün olmayan bir şekilde Erdem'in olacaktım.

          Birden aklıma dün Erdem'in yanında kendinden emin bir şekilde boy gösteren Naz geldi. İstemsiz bir şekilde gerildiğimi hissettim. Fakat buna hakkım yoktu. Erdem'siz geçen senelerin tek sorumlusu bendim. Belki de açtığım yaraya merhem olması için Naz'ı kullanmıştı. Erken açılan bir yaraya geç sürülen merhem ne kadar etkiliyse, Naz da Erdem için aynısıydı. Beni seçmişti, bizi seçmişti. Gelmemişti! Deniz kızıydım ben onun... Aksi mümkün müydü?

         Mutfaktan aldığım bir bardak kahvenin sıcaklığı boğazımla buluşurken şaşırdım. Her şey eski tadına kavuşmuştu sanki. Erdem'in gelişi tüm hislere, kokulara, tatlara, dokunuşlara hakimdi. Onu unutmayı başarabileceğimi düşündüğüm günlere gülmeye başladım birden. Ne kadar aptalcaydı! İnsan nefes almadan yaşayabilir miydi, Eflal'in Erdem olmadan yaşayabilmesi gibi?

EFLALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin