Bomboş ve ıssız bir arazinin tam ortasında dikiliyordum. Ne ara buraya gelmiştim? Üşüyordum, çok üşüyordum. Cılız kollarımı bedenime doladım. Bir parça ısınmak istedim. Fakat kollarım göğsümle buluştuğu an tenimin alev alırcasına yandığını hissettim. Üşümüyor muydum? Alnımda biriken terler çeneme doğru yuvarlanırken şaşırdım. Üşürken terlemek? Nasıl bir şeydi bu? Ellerimi sol göğsümün üstüne koydum bu kez. Bedenim değil, kalbim üşüyordu. Tam kalbimin üstünde buzdağlarını andıran, keskin bir soğukluk vardı. Dedim ya, bedenim değil, kalbim üşüyordu.
Sımsıkı kapattığım gözlerimi bir sesle açtım. "Eflaaalll!" Sesin geldiği yöne doğru kafamı çevirdiğimde Erdem'i gördüm. Okyanus rengi gözlerinde bir kez daha boğuldum. En dibe battım, can verdim. Gülümsüyordu. Bir kez daha seslendi. "Eflaalll!!" Fakat dudakları kıpırdamıyordu. Ses ona ait değildi. Sesin geldiği yöne doğru, sırtımı döndüğümde 'O' çocuğu gördüm. Aynı okyanus rengi gözleri yüzünde taşıyan sınıfımdaki tuhaf çocuğu. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Fakat o, Erdem gibi gülümsemiyordu. Aksine yüzü asıktı. Elini kendinden emin bir şekilde kaldırdı ve bana 'Gel.' dercesine işaret etti. Az önce can verdiğim Erdem'in gözlerindeki okyanusun aksine, onun gözlerine bakarken ciğerlerime havanın dolduğunu hissettim. Nefes mi alıyordum? Tam tersi olması gerekmez miydi?
Tekrar gözlerimi Erdem'e çevirdiğimde bu kez nefessiz kalmamın sebebi gözlerindeki okyanus değil, arkasında duran uçurumdu. Arkasına doğru bir adım atsa uçuruma yuvarlanacaktı. "Dikkat et!" diye bağırdım telaşla. Erdem'e doğru adım atmaya çalıştım fakat ayaklarım olduğum yere çivilenmişti sanki. Hareket edemiyordum. Sırtıma yine aynı ses çarptı. "Eflal! Gel!" Fakat bu kez ses Erdem'den mi gelmişti? Kafam karışmış, her şey birbirine girmiş gibiydi.
Erdem'e doğru tekrar adım atmaya yeltendiğimde bu kez bacaklarım özgürdü. Sevinçle adımlarımı hızlandırdım. Şu an tek istediğim uzun zamandır hasret kaldığım Erdem'in kokusunu içime çekmekti. Ve Erdem'e koşarken ayağım bir taşa takıldı. Olduğum yere kapaklandım. Yine de kafamı hışımla kaldırıp karşıma baktım. Beni her zaman olduğu gibi beni düştüğüm yerden kaldırmaya gelmeyecek miydi? Bakışlarım karşımda sağlam biçimde dikilen bedenle buluştuğunda şaşırdım. Çünkü Erdem yoktu. Karşımda duran o çocuktu.
Etrafıma bakındım telaşla. Avazımın çıktığı kadar bağırmaya çalıştım. "Erdemmmmm!!! Nerdesiiinnn!!!"
Gözlerimi açtığımda nefes nefeseydim. Evet, rüyaydı. Yalnızca bir rüya... Adını bile bilmediğim o çocuğun rüyalarımda ne işi vardı? Erdem'le her gece rüyalarımda buluşmaya alışmıştım. Fakat bu sefer... Çok tuhaftı.
Nefesimi düzene sokmaya çalışırken uyumadan hemen evvel gelecekten gördüğüm kesit tekrar aklıma doluştu. Doğru ya... Bu yüzden olmalıydı. Gördüğüm şeyden etkilenmiş olmalıydım. "Kuzen..." demişti Erdem'e çocuk. Sahiden kuzeni miydi? Sahiden Erdem hala benden haber almak, nasıl olduğumu öğrenmek mi istiyordu?
Bir insanın yokluğu bile hayatımdaki varlığını bu denli nasıl belli etmeyi başarabiliyordu?
O gece sabaha kadar uyuyamadım. Sabah hazırlanıp okula gittiğimde kendimi bir hayli bitkin hissediyordum. Gördüklerimin etkisinden kurtulamıyordum. Rüyam da işimi daha da zorlaştırıyordu tabi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLAL
RomanceKonuşmanın vakti gelmişti demek. Gerçeklerle yüzleşmek... Yerimden kalkıp onu duvarın köşesine doğru sıkıştırdım. Benden korkan gözleri, titreyen bacakları, karşımda ufacık kalan bedeni... "Sana üç şey söyleyeceğim. Bu üç şeyi asla unutmayac...