Acı sonsuzdu. Damlalar halinde akıp her yeri kaplıyordu. Acı uçsuz bucaksızdı. Acı şu an ufuk çizgisinde sonu görünmeyen ölü bir denizdi. Ve ben o denizin en dibine dalmıştım. Hemde nefesimi bile tutmadan.
Nikah memurunun sorduğu, ömrümün geri kalanını belirleyecek olan soruya "Hayır!" cevabını verip koşarak uzaklaşmıştım. İnsanların arasından telaşla ilerlerken beni durdurmaya çalışan arkadaşlarımı ve yüzlerinde beliren şok ifadelerini bir kaç saniye içinde arkamda bırakıp odaya çıktım. Aklım az evvel ağzımdan dökülen kelimeleri henüz idrak edememişti. Yine de kalbim delicesine bir acı hissediyordu. Daha şimdiden pişman mı olmuştum yoksa? Hayır, hayır! Bu kesinlikle pişmanlık değildi. Bu sadece daha evvel yapmam gereken şeyi, henüz yeni gerçekleştirme cesaretini kendimde bulmuş olmamın verdiği kızgınlık hissiydi. Daha önce neden yapamadım sorusuna karşı duyduğum pişmanlıktı belki de.
Ne yaptığımı biliyordum. Bunun geri dönüşü yoktu. Erdem'le evlenemezdim. Sırf sevdiğim adamla evlenebilmek için onu bu uçsuz bucaksız tehlikeler denizine atamazdım. Eğer ben olmazsam Erdem'in hayatı garantideydi. Sırf onu seviyorum diye, Necdet'in Erdem'i öldürmesine nasıl göz yumabilirdim? Bu durum kesinlikle aşkın doğasına aykırıydı. Bunca zaman ettiğim bencillikle yanaklarım kızarmıştı. Utanıyordum. İşlerin buraya kadar gelmesi tamamiyle benim suçumdu.
Odaya girdiğimde kapıyı ardımdan birkaç kez kilitledim. Kararımdan vazgeçmekten korktuğum için değil. Erdem'in yüzündeki hayal kırıklığını gördüğüm an kendime olan nefretimin beni yok etmesini engellemek için... Üzgündüm, bir hayli üzgün...
Üzerimdeki gelinliği yırtarcasına çıkardım. Yüzüğümü, kolyemi, küpelerimi çıkarıp gelinliğin üzerine koydum. Ve çırılçıplak kalmış bedenimi soğuk suyun altına attım. Belki de pişman olup geri dönmemi engellemek için yaptım bunu. Şu an bütün saçım darmadağın olmuş, makyajım yüzüme bulaşmış halde istesem de aşağı inemezdim. Evet, evet! Kesinlikle tüm tereddütleri bir kenara itmek için yapmıştım bunu. Ne olursa olsun bu kez bencil olmayacaktım. Erdem'in hayatından bir daha dönmemek üzere çekip gitmekte hiç olmadığım kadar kararlıydım.
Soğuk su tüm zehrimi silip süpürürken parmak uçlarımın karıncalandığını hissettim. Midemde açıklanması mümkün olmayan büyük düğümler birbiri üzerinden takla atıyordu. Duştan çıkıp askıda duran havluyu bedenime sardığımda burnuma çarpan Erdem'in kokusu acıyla irkilmeme yol açtı. Az evvel verdiğim cevaptan önce bu kokuyu her duyduğumda sıcacık hisler kalbimi sarmalarken, artık bu koku bana acıyı mı çağrıştıracaktı? Bununla baş etmesi bir hayli zor olacağa benziyordu. Yine de gözümden bir damla yaş bile akmayacak kadar donmuştum. Bedenim yaptığım şeyin etkisiyle şoka girmiş gibi tir tir titriyordu.
Banyodan çıktığımda kapının önünden gelen bir dolu tedirgin sesler kulağıma çarptı. Kimdi, ne diyordu, umrumda bile değildi. Daha bir saat öncesinde bu aynanın karşısında kendime hayranlıkla bakmıştım. Şimdi ise aynanın karşısında duran cılız bedenim ve gözlerim bir ölününkini andıracak kadar ifadesiz ve cansızdı. Şimdiden çökmüş gibiydim. Kendimle göz göze geldiğim anda içimde filizlenmek için sinsice pusuda bekleyen pişmanlık hissini zorlukla bastırdım. Erdem'in hayatından çıkıp gitmem en iyisi olacaktı. Bunu kendime defalarca hatırlattım. Birkaç saniye içinde pişmanlık bedenimi terk etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLAL
RomanceKonuşmanın vakti gelmişti demek. Gerçeklerle yüzleşmek... Yerimden kalkıp onu duvarın köşesine doğru sıkıştırdım. Benden korkan gözleri, titreyen bacakları, karşımda ufacık kalan bedeni... "Sana üç şey söyleyeceğim. Bu üç şeyi asla unutmayac...