Gözlerimi açtığımda küçük ve siyah duvarla çevrili bir odanın içinde buldum kendimi. Odanın içindeki tek nesnenin, yatağın üzerinde boylu boyunca uzanmıştım. Başımın zonklaması haddinden fazla bilincimi bulandırsa da kendimi düşünmeye zorladım. Doğru ya, Emir kafama silahı dayamış ve beni bir arabanın içine atıp kaçırmıştı.
Erdem'in çaresiz bakışları geldi gözümün önüne. Sızlayan burnumun direği eşliğinde yutkundum. Ama bu kez korkmuyordum. Bu kez Erdem her zamankinden daha güçlüydü. Türkiye'nin en ünlü şirketlerinden birinin başına geçmişti. Onlarca koruması vardı. Çok parası vardı. Ve tüm bunların beni kurtarması içim yeterli olacağını ümit ettim. En azından şimdilik...
Yatakta doğrulmaya çabalarken kapı aralandı. Ve içeri Emir girdi.
Gözlerindeki nefret az evvel hissettiğim korkusuzluğu çaresizliğe çevirirken elindeki su dolu bardağı burnuma kadar dayadı. "İç!"
"İstemiyorum!" diyerek bardağı elimin tersiyle ittim. Bardak Emir'in elinden kayıp yerle buluştuğu anda tuzla buz oldu. İfadesiz ve delici bakışlarıyla odayı terk etti.
"Bakalım ne zamana kadar dayanabileceksin!" diye kapının ardından yankılanan sesi duyuldu. Sesi kalbime is gibi yayılırken burada uzun süre kalacağımı hissettim. Geleceği görmüş olmam, yine hiçbir şeyi değiştirmemişti. Ne de çok şaşırmıştım ama!
Siyah duvarlar is karasına bürünmüş kalbimle aşık atarcasına her geçen saniye kara bir deliğin beni yuttuğu hissi uyandırıyordu. Bir yandan uyanık kalmak, buradan kurtulmanın bir yolunu bulmak için delicesine bir istekle tutuşurken, diğer yandan gittikçe ağırlaşan göz kapaklarım beynime 'Uyu!' emri veriyordu. Tezatlardan oluşan yaşamım bu dört duvar kara delikte bile varlığını sürdürüyordu. Kafamı duvara uyanık kalmak için belli aralıklarla çarparken gözlerim istem dışı kapandı.
Defalarca vurdum başımı duvara. Düşünmek istemeyen beynimi zift karası duvarlara sürtmek ve yine zift karası kaderimin hıncını kendimden çıkarmak istiyordum. Kaç defa vurdum, ne kadar süre vurdum, ne ara içimden yalvarırcasına Erdem'le konuşmaya başladım bilmiyordum. Tek bildiğim; kendimi kaybettiğim, yalnızca bir yanılsama mı, yoksa hayalden yoğrulmuş bir bulut mu veyahut bilincimin doğurduğu bir rüya mı olduğunu ayırt edemediğimdi.
Erdem gözlerimin önündeydi. Evimizde yere çömelmiş, az önce bulunduğum pozisyonu taklit edercesine oturmuştu. Ve o güzel başını benden kopya çekercesine duvara tempolu bir şekilde vuruyordu. Gözlerindeki cansız ve bitkin ifadeyi destekleyen kan kırmızısı damarların altında büyük bir morluk yatıyordu. Ve ilk kez kaybetmiş gibi, korkuyor gibi görünüyordu.
Bir terslik olduğunu hissettiğimde bakışlarımı bedenime çevirdim. Fakat fiziki olarak bir varlığım söz konusu değildi. Beşeri hayatta bir metrekare kadar bile yer kaplanıyordum şu an. Yoktum. Ruhani olarak daima hissettiğim yokluk duygusu ilk kez fiziki hale bürünmüştü. Şaşkındım. Bakışlarımı Erdem'e çevirdim ve ona seslenmeyi denedim.
"Erdem..."
Erdem bakışlarını bana doğru, yani yarattığım boşluğa doğru çevirdi. Fakat bir şey göremeyince tedirginlikle yerinden kalkıp geriye doğru bir adım attı.
"Kim var orada!?"
Fiziksel olarak yok olmamdan kaynaklı, beni duymasını beklemiyordum. Şaşkınlığın verdiği adrenalin hissiyle bir kez daha seslendim: "Erdem! Sevgilim! Beni duyabiliyor musun sahiden?"
Erdem konuşmaya başladığın anda ilk olarak irkildi ve duvara doğru iyice sindi. Ardından sesimi tanımasıyla sert mizacı farkedilir bir şekilde yumuşadı. Bakışlarındaki endişe, özlem ve bir parça da rahatlama ve şaşkınlık hissiyle aceleci bir tavırla gözleri odayı taradı. Fakat odadaki sessizlik ve boşluk bir süre sonra heyecanla alevlenen göz bebeklerinin yerini hayal kırıklığının almasına neden oldu. Omuzları düştü ve tekrar duvarın dibine otururken elleriyle başını sıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLAL
RomanceKonuşmanın vakti gelmişti demek. Gerçeklerle yüzleşmek... Yerimden kalkıp onu duvarın köşesine doğru sıkıştırdım. Benden korkan gözleri, titreyen bacakları, karşımda ufacık kalan bedeni... "Sana üç şey söyleyeceğim. Bu üç şeyi asla unutmayac...