Nefes nefese kalmış bir halde gözlerimi araladım. İlk başta buğulu bir camın ardından bakıyor gibiydim. Titreyen ve buz tutmuş ellerimle gözlerimi ovuşturdum. Ellerim buzdan bir dağı andırırcasına soğukken, yüzüm neden cehennemin duvarına dayanmışım gibi alev alevdi? Şaşkındım. Birkaç saniye belki de birkaç dakika sonra kulaklarımdaki tiz çınlama yerini sağır edici bir sessizliğe bıraktı. Ardından bakışlarım eriyen kar tanelerinin yalayarak inerken bıraktığı lekeler gibi tek tek varoldu. Karşımdaki gözler tanıdıktı.
Hafifçe kıstım gözlerimi, görüntünün netleşmesine yardımcı olmak için beynimin verdiği emre itaat ettim. Midemdeki kasılma tüm bedenimde hissettiğim zangırtıya eşlik ederken içime hapsettiğim nefesi tek seferde özgür bıraktım. Görüntüler bir bir netleşirken, seslerde kulağıma aceleyle dolmaya başladı. Tıka basa doluyordum. Aklım, kalbim ruhum birer birer doluyordu geçen her bin saniyede. Neredeydim? Ne oluyordu böyle? Huzursuzluk kalbimi umarsızca esir almışken Ayfer hocanın endişeli sesi beni kendime getiren ilk şey oldu.
"Eflal... İyi misin kızım?"
Dudaklarım birbirine mühürlenmiş gibiydi. İçine hapsolduğum bulmacayı çözmek için bakışlarım kendi bedenimde gezindi korkakça. Gözbebeklerim şaşkınlıkla büyümüş olmalıydı. Üstümde okul üniforması vardı. Ve terden sırılsıklam olmuş bir gömlek.
Ayfer hoca korku dolu adımlarla yanıma yanaştı.
"İyi görünmüyorsun..." Kırışmış sağ eli şefkat ve tedirginliğin iç içe geçmiş halleriyle alnımda gezindi. Ardından aklına aniden dünya üzerindeki en harikulade şey gelmiş gibi omurgasını dikleştirdi. Bakışları en ön sırada oturan cılız bedenimden ayrıldı ve arka sıralara doğru kaydı.
"Seren, arkadaşını lavaboya götür de yüzünü yıkasın. Tansiyonu düştü sanırım."
Beynim bozuk bir saat gibi durmuş ve akabinde istifasını vermiş gibiydi. Algılayamıyordum. Seren mi? Adını duymamla bir anda irkildim. Ve ani bir hamleyle arkama döndüm. Gözlerim Seren'i ararken, bakışlarım varoluş nedenime saplantı. Bir çift okyanus göz... İçinde boğulduğum, yeniden doğduğum, deniz kızı misali dalgalarında yüzdüğüm bir çift gri mavisi göz...
Gözleri tanıdıktı. Yüzünün her bir karesini ezbere bildiğim adamdı. Kemikli yüz hatları meraklı bir ifadeyle bana döndü. Tüm sınıfın delici bakışları üzerimde gezinirken içinde bulunduğum durumun bir kabustan ibaret olduğunu diledim. Belki de umutsuzca inanmaktı benimkisi. Umut beni terk edeli çok olmuştu, doğduğum gün yok olmuştu.
Gözleri tanıdık olmasına tanıdıktı, fakat bakışları bomboş bir uzayı andırıyordu. Karanlıktı. Gözleri alışık olduğum, içine gizlenip saklandığım sıcaklıktan uzakken, yalnızca bir saniyeliğine dudaklarıma kaydı ve ve tekrar bakışlarını elinde tuttuğu kaleme çevirdi. Dünya üzerindeki en önem vermediği şeye bakıyor gibi ilgisizdi tavrı.
Seren isteksiz adımlarla yerinden kalktı. Saçlarını abartılı tavırlarla sağ omzunun üstünde topladı. "Peki hocam." Aheste adımlarla yanıma doğru ilerlerken gözlerini devirdi. Hoşnutsuz olduğu her halinden belliydi. Uzun kolunu koluma geçirdi ve beni yavaş bir şekilde yerimden kaldırdı.
Az evvel ayaklarımın altında salınan zemin, şimdi şiddetini gittikçe artırırcasına titremeye başlamıştı, bedenim gibi... Alnımdan çeneme doğru süzülen soğuk bir ter damlasını hissedebiliyordum. Yaşıyor muydum? Geçmişe mi dönmüştüm? Yoksa gelecekten bir paçavra gibi kurtulup içinde bulunduğum ana mı hapsolmuştum?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLAL
RomanceKonuşmanın vakti gelmişti demek. Gerçeklerle yüzleşmek... Yerimden kalkıp onu duvarın köşesine doğru sıkıştırdım. Benden korkan gözleri, titreyen bacakları, karşımda ufacık kalan bedeni... "Sana üç şey söyleyeceğim. Bu üç şeyi asla unutmayac...