İnsanın içinde yeşeren umut denen duygu, tüm hislerin en tehlikelisiydi. Sonu olmayan dipsiz bir kuyu gibi insanı içine çekerdi. İnsanoğlu bu tehlikeyi adı gibi sezer, yine de umudu tercih ederdi. Çünkü umut sessizdi, samimiydi, sıcaktı, insanın içini ısıtırdı. Isınan içimizin bir gün kor alevlerde yanacağını bilsek bile kanmak isterdik delice. Bir kar yığınının altında kalan beden misali, uyuyunca öleceğini bilsen bile uyuma isteğinin verdiği o tatlı duygu, insanı her zaman cezbederdi. İşte şu an o cezbedici duygu beni kendine hapsetmişti.Demir parmaklıkların arasından geçip gidebilecek kadar ruhum küçülmüşken, kalmayı tercih ediyordum. Burası daha güvenli geliyordu. Umudun hapsolduğu her hücre daha güvenliydi. Güvendiğimiz her şeyin bir gün bize ihanet edeceğini bilsekte mazoşisttik biz, acıdan kaçmazdık. O yüzden hep umudu içimizdeki karanlık hücrede itinayla saklardık.
Naz'ın babasının eve gelip bizi bulmasıyla, adamları tarafından yaka paça şekilde bir arabanın bagajına tıkılmam bir oldu. Direnmiyordum, içimdeki umut her şeyin iyi olacağını bana fısıldıyordu. Range Rover marka bu koca jipin bagajına tıkılırken, zaten patlamış olan karnımdaki dikişler daha da paramparça oldu. Gözlerimi kapatıp bilincimi tekrar kaybetmeyi bekledim. O karanlık bagajda uyumak kolay olacaktı. Uyursam Eflal'e kavuşabilirdim çünkü. Kim bilir şimdi onu nereye kaçırmışlardı? Sahi çok korkmuş muydu?
Gözlerimin kapanmasıyla sanırım bilimcimi tamamen yitirmiştim. Kokusu burnuma buram buram doluyordu. Çok gerçekçiydi. Onun şekerli süt kokusunu özleyen burnum sanırım artık kendini kandırmayı öğrenmişti. Birbirine kenetlemişim gözlerimi inleyerek daha da sıktım; "Eflal..."
Karnımdan sızılar kan kütlesini engellemek istercesine içgüdüsel olarak elimi karnıma götürdüm. Bir hayli canım yanıyordu. Fiziksel olarak değil, ruhum acıyordu. İşte tam o an ürkek bir ses "Erdem! Erdem sen misin?" derken sırtıma titreyen bir el dokundu. Bedeni o kadar küçüktü ki, onu fark etmemiş olmama şaşırmadım.
Kalbim beynime bunun bir hayal olduğu konusunda telkinler veriyordu. "Bu bir rüya mı Deniz kızı?" diye fısıldadım. Eflal sırtımda olan elini belime doğru kaydırdı ve beni sıkıca kavradı. "Hayır,burdayım yakışıklı prens..."
Gözlerim sırtımı dönüp ona bakmaya, gözlerinin yosunuyla buluşmaya can atsa da korkuyordum, yine hayal kırıklığına uğramaktan korkuyorum. O daracık bagajda, karnımdan oluk oluk kan akarken zar zor döndüm. Ve işte o koku... Gözlerimi açtığımda bagajın anahtar deliğinden sızan cılız ışık Eflal'in solgun yüzüne ve içime işleyen gözlerine vuruyordu. "Gerçekten buradasın... Bu kez hayal değil, ahhh Eflal." dedim ve saçlarını sıkıca kavrayıp başını göğsüme doğru çektim.
Eflal ağlıyordu. Başını göğsüme dayamış, iç çeke çeke ağlıyordu. Dudaklarımı saçlarına gömdüm. "Sakin ol, geçecek." derken gözlerimi kapadım. Bu anı zihnime kazımak istiyordum. Çünkü bizi bu bagajdan çıkardıkları anda büyük bir tehlike yumağını yine elime almış olacaktım. Bu kez o yumak daha da karmaşık bir halde gelmiş ve Eflal'in varlığıyla darma dağın olmuştu. Eflal'in ağlaması son bulduğunda kafasını kaldırıp bana baktı; "Sen... Vurulduğunu görmüştüm." derken gözlerini karnıma dikti ve eline bulaşan kanla karşı karşıya geldiğinde bir çığlık attı; "İnanmıyorum! Erdem! Karnın kanıyor!" Korku dolu gözlerinden akan tedirgin yaşları elimle yavaşça sildim. Ellerimi saçlarının arasına, boynuna doğru kaydırdım. Yüzünü yüzüme doğru çekerken yine kalbim deli gibi atıyordu. Kalbimin sesiyle birlikte midemdeki kurşun boşluğundaki kelebekler kozalarından çıkmıştı.
Burunlarımız birbirine değdiğinde nefeslerimiz ahenkle birbirine dolaştı. "Sen şu an yanımdasın ya, hiç olmadığım kadar iyiyim." dedim ve başımı hafif sağa kaldırıp dudaklarının tam üstündeki, burnunun kıvrımına küçük bir öpücük kondurdum. Karnımdaki kurşun boşluğunda kozasından kurtulan kelebekler akan kana aldırmıyor, neşeyle dans ediyordu. "Senin için çok korktum Erdem! Ah... Seni bir daha görmeyeceğim sandım." dedi Eflal. Sesi göğsümün tam altında uysalca duran bir yılanı harekete geçiren kavaldı. "Sana bir şey yaptılar mı? Dürüst ol sana dokunan oldu mu!" diyerek gözlerinin en derinlerine baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLAL
RomanceKonuşmanın vakti gelmişti demek. Gerçeklerle yüzleşmek... Yerimden kalkıp onu duvarın köşesine doğru sıkıştırdım. Benden korkan gözleri, titreyen bacakları, karşımda ufacık kalan bedeni... "Sana üç şey söyleyeceğim. Bu üç şeyi asla unutmayac...