Koştukça ciğerlerime dolan oksijen canımı bir hayli yakmaya başlamıştı. Evimizden çıktığımdan beri nereye gittiğimi bilmeden, kime koştuğumu bilmeden koşuyordum. Bütün vücudum terden sırılsıklam olmuştu. Akıttığı göz yaşından yorulan gözlerim iyice şişmiş olmalıydı, etrafı görmekte zorlanıyordum. Kulaklarımın uğultusu; beni içine doğru çeken şu sessiz ormanı bile gürültülü bir hale getirmişti. Koştukça koşuyor, arkamdan azılı bir seri katil beni kovalıyormuşçasına gerçeklerden kaçıyordum.
Hava iyiden iyiye kararmıştı. Yere vuran solgun ay ışığı toprağın karanlık rengini griye boyuyordu. Birden ayağım koca bir taşa takıldı. Kendimi yüz üstü bir şekilde yere uzanırken buldum. Ağaçların arasında, bu karanlıkta, şu soğuk toprağın üzerinde yüzüme değen karıncanın kıpırtısını hissedebiliyordum. Hareket edecek dermanım yoktu. Vücudum alev alev yanarken bir yandan da dişlerim birbirine balta gibi darbeler indiriyordu. Tek yapabildiğim dizlerimi göğüslerime çekmek oldu. Orada öylece ölümü bekleyecektim. Böylesi belki de en iyisiydi. Kim bilir hangi hayvanın yemeği olacaktım? En azından ilk kez bir canlı için işe yarayacaktım. Kendimi ölümün huzurlu kollarına bıraktım.
Bir çift kaslı kolun beni yerimden kaldırıp kucakladığını ve bir arabaya kadar taşıdığını hissedebildim yalnızca. Orada ne kadar süre kalmıştım, beni taşıyan kişi kimdi emin değildim. Burnuma bilindik bir deniz kokusu geldi, aldırış etmedim. Tek hissettiğim bir hayli yanan canımdı. Ölmüştüm de cennete mi gitmiştim yoksa? Bu cennetin ne de güzel bir kokusu varmış meğer...
Gözlerimi açtığımda kendimi bir hastane odasında buldum. Yüzüme vuran güneş ışığı gözlerimi kısmama sebep oldu. Bakışlarım kolumdaki seruma kaydı. Ve ardından başını şu an üzerinde bulunduğum yatağa yaslayan Erdem'e...
Ne zaman buraya gelmiştim? Beni Erdem mi getirmişti buraya? Ne kadar süredir uyuyordum? Her yerim niye bu kadar ağrıyordu? Henüz beynimde bir atlı topluluğu misali ordan oraya savrulan bu soruların bile cevabını bulamamışken dün yaşadıkların hücum etti aklıma. Abimin yaptıkları... Annemin anlattıkları, babam... Birden öğürmeye başladım. Başımı yatağın boş kısmında kalan çöpe doğru iyice eğmiştim. Öğrendiğim iğrenç gerçekler midemde bir çöp yığını oluşturmuştu sanki.
Bu hayattaki tek güvendiğim insan, babam, bir kadına tecavüz etmişti. Ve o kadının çocuğunu, beni alıp kendi karısına baktırmıştı. İşkenceler içinde geçen senelerimin sebebi babamdı demek. Ya abim? Annem? Bütün bu düşünceler ruhumu delip mideme geçiyor, oradan da çöp kutusuna bir kusmuk birikintisi halinde uzanıyordu. Öğürdükçe rahatladım, abim aklıma geldikçe öğürdüm. Babam aklıma geldikçe öğürdüm. Annemi düşündükçe öğürdüm.
Kusmaktan yorgun düşmüş midemin görevini gözlerim üstlendi bu kez ve ardı arkasına tuzlu su damlaları yuvarlamaya başladı çeneme doğru. Kızgındım. Kırgındım. Ağladığım için kendimden nefret ediyordum. Bu kadar basit kandırılacak bir insan olduğum için kendimi ölesiye kadar affetmek istemiyordum. Yaşamak istemiyordum. Erdem'in saçlarımı tutan ellerini hissedip çöp kutusundan kafamı kaldırdım. Elime bir peçete tutuşturdu. Dudaklarımı sildim. Gözlerimden akan yaşlar peçeteyi sırılsıklam yaptı. Bütün acılarımı şu an bir irin gibi akıtmak ve bir daha ağlamak istemiyordum.
Gözlerim Erdem'le buluştuğu anda, gözlerinde biriken cehennemi fark ettim. Ben ağladıkça gözlerinde biriken cehennemin alevleri yükseliyordu sanki. Ne yazıktır ki cehennem ilk olarak kendini yakardı.
Erdem beni yatağa doğru nazikçe yatırıp alnıma bir öpücük kondurdu. Alnıma değen dudakları Seren'in laflarından sonra kalbimde açtığı yaranın daha da kanamasına yol açtı. Huzursuzca suratına bile bakmadan kafamı yana çevirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLAL
RomanceKonuşmanın vakti gelmişti demek. Gerçeklerle yüzleşmek... Yerimden kalkıp onu duvarın köşesine doğru sıkıştırdım. Benden korkan gözleri, titreyen bacakları, karşımda ufacık kalan bedeni... "Sana üç şey söyleyeceğim. Bu üç şeyi asla unutmayac...