Karanlık... Kör edici bir karanlık... İşte benim kaderim buydu.
Aydınlığa kavuşmak için her attığım adım başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Aslında buna alışmıştım. Yine de her seferinde bir öncekinden daha çok acı vermeyi nasıl başarıyordu? İşte buna çok şaşırıyordum.
Erdem'i ilişkimizin bittiğine ikna etmeyi sonunda başarmıştım. Ve bu gece evimizi ziyaret edecek eli kanlı azılı katillerin olduğunu gerçeğini idrak etmesini sağlamıştım. Şu an var gücümüzle toparlanıp bu evden çıkmaya çabalıyorduk. Fakat hasta bedenimin bana pek yardımcı olduğunu söyleyemeyeceğim.
Aslında Erdem'in beni bu evde yapayalnız bırakıp gitmesini bekliyordum. Onu fena halde incitmiştim. Kırılan kalbinin yüzünde bıraktığı buruk acı bunun kanıtıydı. Yine de beni İstanbul'a, babamın evine bırakıp öyle hayatımdan çıkacağını söylemişti. İtiraz edecek gücüm yoktu. Hoş, itiraz etsem de henüz dün gece başıma gelenlerden sonra Erdem'in yanından bir saniye bile ayrılmak istemiyordum. Yine bencillik mi yapıyordum? Bilmiyordum...
Erdem eşyalarımızı valizlere doldurmuş, yanıma gelmişti. Ağlamaktan ıslanan yastığımı görmemesi için yastığımı ters çevirdim ve zorlanarak ayağa kalktım. Konuşmuyorduk. Erdem son görevini yerine getirirmiş gibi duygusuz ve ifadesiz bir hale bürünmüştü. İçinde boğulduğumuz sessizlik nefesimi keserken Erdem ceketimi giymeme yardım edip koluma girdi. Ve yavaş adımlarla çıkış kapısına doğru ilerledik.
Arabaya bindiğimizde "Teşekkür ederim." diyebildim yalnızca. Kontağı çevirirken avuçladığı direksiyonu daha sert sıktı. Avuçlarının içindeki şey kalbimmiş gibi hissettim. Canım bir hayli yanıyordu. Erdem öfkeyle kararan gözlerini yoldan bile ayırma tenezzülünde bulunmadı. Teşekkürüme cevap bile vermedi. Ne yapsa, ne dese haklıydı. İsyan etmeye ya da kırılmaya hakkım bile yoktu. İşlerin buraya kadar gelmesinin tek nedeni bencilliğimdi. Erdem'den ayrılma cesaretini bir türlü gösterecek cesareti kendinde bulamayan kalbimdi...
Antalya'dan İstanbul'a doğru son hızla yol alıyorduk. Araba yolda ilerledikçe Erdem'le birbirimizden uzaklaşıyorduk sanki. Arabanın içindeki gergin sessizlik üstümüze gece gibi çökmüştü. Pişmanlık hissinden çok uzaktım. Ne yaptığımı biliyordum, çok daha önceden yapmam gerektiğini biliyordum.
Arabanın uğultusu ve Erdem'in burnuma çarpan kokusu hasta bedenimi uyuşturmaya başladı. Koltuğa iyice yerleştim. Başımı koltuğun yan kısmına yaslayıp ayaklarımı ağrıyan karnıma doğru çektim. Erdem'in yandan gizlice bana attığı bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Belki de öyle olmasını diliyordum. Uykuya ne ara daldım, ne ara bedenimi yine sonu gelmeyen titremeler aldı bilmiyorum. Erdem'in sesiyle kendime geldim. "İyi misin? Kalk hadi. Şunu iç." derken gözlerimi araladım. Bir benzinlikte durmuştuk. Arabanın içi bir hayli ısınmıştı. Ne ara üşüdüğümü fark edip klimayı açmıştı? Ne kadar süredir uyuyordum acaba? Zar zor kendime gelip doğruldum. "İyiyim. Merak etme." derken elindeki ilacı alıp uzattığı pet şişeden su içtim. Etrafıma bakındığımda bir benzinlikte olduğumuzu fark ettim.
"Merak ettiğim için değil, başıma daha fazla bela açmanı istemiyorum." diyen Erdem'in cümlesi bedenime keskin bir ok misali saplandı. Demek benim de kurduğum her cümle onun canını böylesine yakmıştı. Sahi dayanmayı nasıl başarmıştı? "Yine de teşekkür ederim." diye cılız bir sesle yanıt verdim. "Teşekkür edilecek bir şey yok." diye ruhsuz bir cevap verdi yine. Kalbimin kabuk bağlayan yaraları iyice kanamasını artırdı.
Aşk cennetin kapısında cehennemi istemektir diye boşa dememişlerdi. Cennetin kapısında dikiliyordum. Fakat cehennemi diliyordum. İstanbul'a varana kadar aramızdaki sessizlik anlaşması devam etti. Ben de daha fazla uyuyamadım zaten. Erdem'in alışık olmadığım bu ruhsuz hali uykuya yenik düşmeme izin vermiyordu. Üzerime attığı öfke dolu kaçamak bakışlarına aldırmıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLAL
RomanceKonuşmanın vakti gelmişti demek. Gerçeklerle yüzleşmek... Yerimden kalkıp onu duvarın köşesine doğru sıkıştırdım. Benden korkan gözleri, titreyen bacakları, karşımda ufacık kalan bedeni... "Sana üç şey söyleyeceğim. Bu üç şeyi asla unutmayac...