Dolunayın yansıyan ışığı denizin üzerinde aheste aheste salınıyordu. Ne zaman sahile gelsem ruhumu ucu bucağı olmayan bir dinginlik kaplardı. Bu kez de soluduğum şu tuzlu denizin kokusu biraz olsun sakinleşmeme yardımcı olmuştu.
Seren'i niye öpmüştüm? Hissettiğim öfkenin kaynağı kimdi? Eflal mi, babam mı, annem mi, Seren mi yoksa tam olarak kendim mi? İlk kez bu denli kaybolmuştum.
Şu an, tam da şu an, bir karar vermeli, kafamdaki bu delici kaostan kurtulmanın bir yolunu bulmalıydım. Bulana kadar hiçbir yere kıpırdamamakta kararlıydım.
Sahile gelirken aldığım tekila şişesinin bitmesine ramak kalmıştı. Ardı arkasına yaktığım sigaralar bilincimi gittikçe bulanıklaştırıyordu. Yanan sigara mıydı, yoksa ruhumda kol gezinen anlamlandıramadığım kaos mu? Emin değildim.
Alkolün etkisiyle olsa gerek, gevşemiştim. Son bir saattir düşündüğüm tek şey "O" idi. Eflal'in yüzü yine kıyıma vurmuştu. "Geleceği görüyorum." cümlesi belki bininci kez kulaklarımda çınlıyordu.
Ona inandığımı sanmayın. Büyücünün teki mi, yalancının önde gideni mi, bilmiyordum. Benimle kim, nasıl bir oyun oynuyordu? Bunun için neden Eflal'i seçmişti bilmiyordum. Bu saçmalığın hesabını hemen şimdi ona sormalıydım. Sonra da babamın karşısına dikilip ne pahasına olursa olsun gerçeklerin yüzüme vurmasını bekleyecektim. Kararlıydım. Fakat önceliği Eflal'e verdim. Sebebini sormayın, inanın bende bilmiyordum. Bir kez olsun mantığımın değil de hislerimin bana ön ayak olması gerektiğini düşünüyordum.Yavaşça yerimden doğruldum. Başım hiç olmadığı kadar zonkluyordu. Son iki gündür gözlerim uykuya hasret kalmıştı. Yaralarımın sızısı artmıştı. Yine de aldırış etmemi gerektirecek kadar büyük bir acı değildi bu. Asıl acı, ruhundaydı. Etrafımdaki insanların beni hapsettiği yalanlarla örülmüş bir ağın içinden kurtulmak için çırpınan ruhumda.
Öfkeliydim. Sahil yoluna çıkıp bir taksi çevirdim. Eflal'in evini tarif ettim. Takside başımı cama yasladığımda akıp giden zamanın beni düşüncelerimin içinde daha da boğmasına izin verdim.
Eflal'e söyleyeceklerimi bir bir prova ettim. Kafamın içinde: "Neden? Bana sebebini söyle! Beni uydurduğun bu yalanla neden baş başa bıraktın? Neden gelip doğru dürüst bir açıklama bile yapmadın?" soruları isyan bayrağını çoktan çekmişti.
Taksici adrese geldiğimizi söyledi. Toparlanıp indim. İşte, o kızın evinin tam önündeydim. Bu kez geçen sefer olduğu gibi vazgeçmeyecektim. Evin arka tarafına dolanıp meşe ağacına tırmandım. Başım fena halde dönüyordu. Neyse ki geçen geceden dolayı bu konuda tecrübe kazanmıştım.
Eflal'in camının önüne geldiğimde ilk olarak camı kapalı sandım. Hafifçe tıklatmak için elimi cama değdirdiğimde camın açık olduğunu farkettim. Bu kızın camı neden sürekli açıktı?
İçeri girdiğimde Eflal uyuyordu. Sessizce yanına doğru yanaştım. İfadesiz bir yüzle sağ tarafına doğru uzanmıştı. Üstündeki ince örtü beline kadar uzanıyordu.
Yanan loş kırmızı gece lambası yüzünü görmemi kolaylaştırıyordu. Bir süre bende hareketsiz kaldım. Onu öylece belki bir belki on dakika kadar izledim. Zaman kavramını yitirmiştim, alkolden olsa gerek...
"Keşke..." dedim içimden. "Keşke göründüğün kadar masum olsan be güzel kız."O an Eflal yanında birinin olduğunu hissettiğinden midir bilmiyorum ama, huzursuzca kıpırdandı. Birşeyler mırıldanıyordu. Anlamak için ona iyice yanaştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLAL
RomantizmKonuşmanın vakti gelmişti demek. Gerçeklerle yüzleşmek... Yerimden kalkıp onu duvarın köşesine doğru sıkıştırdım. Benden korkan gözleri, titreyen bacakları, karşımda ufacık kalan bedeni... "Sana üç şey söyleyeceğim. Bu üç şeyi asla unutmayac...