Ay ışığı Taşköprü'ye yansıdığında Seyhan Nehri'nin sularına mavi bir silüet yansırmış. İki aşığın birbirine sarıldığı bu silüeti yalnızca gerçek aşıklar görürmüş.
Erdem'in kaçırıldığını öğrendiğim bu sabah, elimde iki cümlenin yazılı olduğu bu kağıtla olduğum yerde donmuş kalmıştım. Ve Taşköprü üzerinden Seyhan sularına yansıyan bu iki aşığın silüetini şu an kalbimin tam orta yerinde hissediyordum. İki aşığın bu silüeti ruhumu fena halde acıtıyordu. Erdem yoktu...
Kimin elindeydi? Avucumdaki notu tırnaklarıma tenime pençe gibi geçirirken sıktığımda canımın acısından mıdır, Erdem'in yokluğundan mı bilmem; gözlerimden iki damla gözyaşı yuvarlandı. Gözlerimi Erdem'in babasından ayıramıyordum. Onun bu tedirgin hali ve notu okuduğumu gördükten sonra yüzünde vuku bulan huzursuzluk ifadesi canımı bir hayli sıkmaya başlamıştı. Bir kez daha ruhumu kömür karasına boyayan nota göz gezdirdim.
"Oğlun elimde. Pardon, pardon... Haşim Bey'in oğlu mu demeliydim yoksa?""
Bu kağıdı buraya bırakan ve Erdem'i kaçıran kişinin bizim bilmediğimiz bir şeylerden bahsetti kesindi. Ve kağıtta yazan şeylerden Erdem'in babasının haberi olduğu ortadaydı. Elimi gözümden akan gözyaşlarıma götürüp sinirle kenara ittim. "Bu da ne demek? Neler oluyor biri bana açıklasın!" derken gözlerimi hırçın bir kuş misali Erdem'in babasına diktim. Gözlerini benden kaçırıyordu. Cevap vermemekte direniyordu.
"Bana neler olduğunu söyleyin!" diye bir kez daha sakin kalmaya çalışarak sordum. Fakat Erdem'in babası hala susuyordu. "Polise haber vermeliyiz." diye söylendiğim anda Erdem'in babasının en hassas noktasına dokunmuşum gibi atladı: "Hayır! Polis bu işe karışmayacak."
"Ne demek polis bu işe karışmayacak! Erdem'in hayatı tehlikede! Onu nasıl kurtarmayı düşünüyorsunuz?" diye merakla atladım. "Eflal, sen bu işten uzak dur. Kendi yöntemlerimle halledeceğim." diyerek hışımla odadan çıktı. Onu takip ettim. Çalışma odasının kapısını kapatmak üzereyken elimle sertçe ittim ve "Benden bunu isteyemezsiniz. Eğer Erdem hakkında bilmediğim şeyler varsa bunu bana anlatın!" derken sesim boğazımdan yırtınırcasına çıkıyordu. Beni dikkate almayan babasına bir tehtid savurdum. "Eğer bana şimdi tüm gerçekleri anlatmazsanız hemen polisi arayacağım." derken korkudan ellerim titriyordu.
Erdem'in babası yanıma doğru yanaştı. Delici siyah gözlerini üzerimde gezdirirken "Bana bak küçük kız, haddin olmayan işlere burnunu sokma. Yoksa bu işten Erdem zararlı çıkar." derken sesi benden daha tehtidkar çıkıyordu. Bu adam ne demek istiyordu? "Şimdi çık odadan!" diye bir anda bağırdı. Kırılan gururum ayaklarıma dönüp gitmemi söylese de içimden bir ses kalmam konusunda direniyordu. "Dün..." dedim. "Dün Erdem'in kaçırılacağını görmüştüm." Babasının gözleri birden büyüdü: "Bunu şimdi mi söylüyorsun!" diye bir kez daha bağırdı. "Nereden bilebilirdim? " derken sesim çatallanmıştı. Benim suçumdu belki de. Erdem'i koruyamamıştım. Eğer geleceği değiştiremeyeceksem, sadece gelecekten belli kesitler görebiliyor olmak ne işe yarardı? Bu tanrı tarafından bana bahşedilen özel bir işkence yöntemi miydi?
"Bana bakın, şu an sizinle bu konuyu tartışacak değilim. Bana hemen sakladığınız şey ne ise onu söyleyin. Erdem Haşim beyin oğlu ne demek? Haşim bey de kim?" diye avazım çıktığı kadar bağırdım. "Eğer size yardımcı olmamı istiyorsanız, eğer polisleri bu işten uzak tutmak istiyorsanız bana tüm gerçekleri anlatmak zorundasınız!" diye sözlerime devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLAL
RomanceKonuşmanın vakti gelmişti demek. Gerçeklerle yüzleşmek... Yerimden kalkıp onu duvarın köşesine doğru sıkıştırdım. Benden korkan gözleri, titreyen bacakları, karşımda ufacık kalan bedeni... "Sana üç şey söyleyeceğim. Bu üç şeyi asla unutmayac...