Kendime geldiğimde kulağıma çalınan ilk ses düzenli aralıklarla çıkan dıt, dıt, dıt, dıt sesiydi. Gözlerimi aralamaya çalışsam da uyuşmuş bedenim bunu yaparken bir hayli zorlanmama sebep oldu. Fakat bir süre sonra hastane odasının keskin kokusuyla birlikte yüzümü buruşturarak gözlerimi açabildim. Bakışlarım ilk önce sanki buzlanmış bir camın ardından dünyayı izliyormuşum izlenimi verdi. Etrafı net olarak görebilmek için gözlerimi ovuşturmak istedim. Fakat elime takılan serumun iğnesi canımın yanmasına sebep oldu. Vazgeçtim.
Gündelik ve sıradan yaşantının kısır döngülerinden kopan filizler ortamı kasvete boğmuştu. İçimde büyük bir sıkıntı vardı. Kalbimde hissettiğim büyük bir boşluk... Hatırlamaya çalıştım. Düşünmeye çabaladıkça beynimdeki damarlarım "Yapma!" dercesine başımı zonklattığını fark ettim. Fakat bilmek istiyordum, ben kimdim? Neden buradaydım?
Birden ağzımdan yükselen öksürüğün etkisiyle damarlarımın boğazımdan fırlayacağını hissettim. Öksürdükçe kuruyan boğazım kusma isteğimi uyandırıyordu. Midem ezilip büzülürken, ağzımda sanki bir sigara küllüğü tadı vardı. Tiksintiyle yüzümü bir kez daha buruştururken ciğerlerimde biriken öfkeye şaşırdım.
Ve ardından tanıdık bir ses... "Eflal, Eflal! İyi misin? Beni çok korkuttun." Kimin sesiydi bu? Hafızamın tozlu raflarını bir kez daha telaşla karıştırdım. Bir bir belirmeye başladı her şey. Fakat yavaşlatılmıştı sanki düşüncelerim. Her şey ağır çekim halinde beynime hücum ediyordu.
Sese odaklanmaya çalışırken aklıma gelen ilk isim Erdem oldu. Erdem'in varlığını, daha doğrusu yokluğunu hatırladığım ilk an yaşamak için tanrının bana bahşettiği o gizli şifreyi kaybettim sanki. Hayatta mıydım? Doğru ya, intihar etmiştim. Ölmek istemiştim. Yaşarken cansız olmanın bu kadar zor olacağını tahmin edememiştim.
Bu kez yaşadıklarım ve düşüncelerim beynimden o kadar hızlı şekilde akıp gitti ki, her şeyi hızlandırılmış şekilde yeniden yaşadım sanki. Düşüncelerimi takip etmesi zordu.
Ve yeniden o tanıdık ses... "Eflal, kızım, beni duyuyor musun?" Sesin Erdem'e ait olmadığını anladığım anda gökyüzüne pamuk ipliğiyle asılı olan bulutların üzerinden aşağıya atladım. Erdem her aklıma geldiğimde böylesine bir boşluğa düşme hissi mi yaşayacaktım artık? Kalbim titredi. Bakışlarım netleşti.
Başımda dikilen kişi babamdı. Özlemle babama baktım. Elimi tereddütle sıktı. Bende gülümsemeye çalışarak elini okşadım. Demek Naz sözünü tutmuştu. Erdem'i terk etmem karşılığında babamı o dört duvar arasından çıkarmıştı. Boğazımı temizledim. "Beni eve götür." diye fısıldayabildim yalnızca. Ve tekrar gözlerimi kapatıp zaten uyumaya meyilli olan bilincimi uykunun sıcak kollarına bıraktım. Düşünmek istemiyordum. Yaptığım şey için babamdan utanıyordum.
Babamın başımı okşamasıyla tekrar uyandım. "Hadi kızım. Artık çıkabiliriz." Konuşmaya mecalim yoktu. Yaşamaya mecalim yoktu. Madem tanrı ölmeme izin vermemişti, madem kader yaşamamı emretmişti, bende yaşayacaktım. Bir ölü ne kadar yaşayabilirse o kadar yaşayacaktım.
Eve dönmüştük. Ve intihar girişimimin üzerinden tam bir ay geçmişti. Doğru dürüst yemek yemiyor, konuşmuyor hatta uyumak dışında hiçbir şey yapamıyordum. Erdem'in yokluğuna alışmak çok zordu. Hani bir dişiniz çekildiğinde diliniz sürekli o boşluğa gider ve alışana kadar bir hayli zorlanırsınız ya, sanırım benim için de Erdem'in yokluğu böyle bir şeydi. Sürekli ellerimle kalbimde yarattı boşluğu yokluyordum, her seferinde de yerinde olmamasına hakkım olmayan bir şekilde şaşırıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLAL
RomanceKonuşmanın vakti gelmişti demek. Gerçeklerle yüzleşmek... Yerimden kalkıp onu duvarın köşesine doğru sıkıştırdım. Benden korkan gözleri, titreyen bacakları, karşımda ufacık kalan bedeni... "Sana üç şey söyleyeceğim. Bu üç şeyi asla unutmayac...