65- YÜZLEŞME

1.9K 56 88
                                    

            Kafamdaki gürültüden içimdeki sesi duyamıyordum. Olduğum yere sığamıyordum. Tenime değen hava tüm vücudumu rendeleyerek geçiyordu sanki. Gözlerimi kırptığım o bir saliselik zaman dilimi yüzünden bile yorgun hissediyordum.


        Çaresizlik... Belki de yorgunluk değildi benimki. Çaresizlikti. Öyle bir ecel vardı peşimde, nefesi hep ensemdeydi. Saat başı tüylerimi ürpertir, şah damarımın üstüne usulca kanımı donduran bir öpücük indirirdi.


           Sırf Erdem'le karşılaşmamak için, topuklu ayakkabılarımla sahneden inmek için koşarken, cehennemden kaçarken, cennetin en gizli koyuna düşmüştüm. Gözlerinde bakışlarımı bulur bulmaz beliren nefret canımı yaksa da hala ilk günkü gibi deniz kokuyordu, hayat kokuyordu.


          Bir yaz günü, sahil kasabasında yaşayan birinin, sabah uyanır uyanmaz içine çektiği hava kadar hayat doluydu nefesi. Bakışları omzuma değerken dudakları olması gereken yerde değildi, dudaklarımda...


         Erdem'den uzaklaşmak istememin sebebi ona daha fazla zarar vermeme düşüncesiydi. Fakat hayat bizi bir şekilde aynı patikaya çıkarmaya devam ediyordu. Hangi yoldan gidersek gidelim sonuç aynı noktaya varmamızı sağlıyordu.


            Erdem'in kucağından inmek için yeltenirken şaşırdım. Çünkü çoktan Erdem tarafından yere bırakılmıştım. Hala nefes kesici görünüyordu. Tek bir farkla; daha ürkütücüydü.


          Sanki her gün karşılaştığı biriyle rast gelmiş gibi sahneye emin adımlarla çıktı. Nasıl hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyordu? Dizlerim olduğum yerde yere yığılmamak için benimle savaş verirken, o çoktan kürsüdeki yerini almış ve konuşmaya başlamıştı.


         Aman Allah'ım... Ne kadar zamandır sesini duymuyordum? Ankara'ya gelişimin üçüncü ayı gizli numaran onu aramam dışında. Tamam, itiraf ettim işte. Bir kereye mahsus öyle bir hata yapmıştım. Kalbim... Yerinden çıkarcasına göğüs kafesimin içinde tepiniyordu her cümlesinin sonunda aldığı kısa nefesi hissettikçe.


          Koluma giren kişinin sesiyle sıçradım.


          "Bu... Yoksa O mu?"


          Bakışlarımı Korhan'a çevirdiğimde onaylarcasına kafamı salladım. Çeneme doğru akan yaşı fark ettiğimde elimi yüzüme götürdüm. Parmağıma bulaşan tuzlu suya büyülenmiş gibi bakıyordum. Yürüyemiyordum. Hareket dahi edemiyordum. Olduğum yere çivilenmiş gibi hissediyordum. Kalbimde sönmeye yüz tutan bir harabe vardı. Ve Erdem hiçbir şey olmamış gibi konuşmasına son verirken harabe yavaş yavaş, canımı acıta acıta, sinsice alevlerini etrafa sıçratarak içimdeki yangını büyütüyordu.


          "Hipnoz olmuş gibisin Eflal. Kendine gel, hadi güzelim gidelim buradan."


         Güzelim mi? Sanırım bu bir şaka olmalıydı. Hayatımda gördüğüm en kazık şaka. Tanrı'nın arada da olsa bana acıması gerekmiyor muydu?


        Hınca hınç dolu mezuniyet alanını önümde beni sürüklercesine götüren Korhan'la terk ettiğimizde hava bir hayli kararmıştı. Arabaya doğru ilerlerken sadece titriyordum. Kafamdaki tilkilerin kuyrukları kördüğüm olmuştu. İşin içinden çıkamıyordum. Çoktan unutmaya başladığımı sanmıştım oysa ki. Ne olmuştu bana böyle?


         Senelerce emek verip avukat olarak ayrıldığım bu fakülteden bu şekilde ayrılamazdım. Korhan arabanın kapısını açtığında tek ayağımı yere vurdum. Topuklunun çıkardığı ses boş ve loş ışıklarla aydınlatılmış otoparkta yankılandı.


EFLALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin