Hala gördüklerimin etkisindeydim. Vücudum kanadı kafesine sıkışmış ve kurtulmaktan ümidi kalmayan küçük bir serçe gibi titriyordu. Vücudumun bütün yükünü üzerine verdiğim dizlerim acımıştı. Su içmeye ve biraz uzanmaya ihtiyacım vardı.
Dizlerimin üzerinden kalkıp kapıya doğru hareket ettim. Evimizin önüne geldiğimde içeriden annemle babamın gülüşmeleri geliyordu. Ben yokken bu evde her şey yolunda gidiyor olmalıydı. Bulunduğum her yerde kendimi fazla hissediyor, değdiğim her şeyi mahvediyordum. Hayatta güvendiğim tek insan olan babam... Ondan nasıl şüphe edebilirdim? Gördüklerim neydi o zaman ? İleri de Erdem'in kollarının arasında kalbimden bıçaklanarak ve kızımı ardımda bırakarak öleceğimi görmek bile daha az acı vermişti bana. Kafamın içindeki görüntüler geçmişin acısını çıkarırcasına gururla salınıyordu bu kez. Erdem babamın boğazını var gücüyle sıkıyor ve ona "Şerefsiz!" diyordu.
Kapıyı çaldım. Açan kişi babamdı. "Hoşgeldin kızım, özledim seni." diye boynuma atıldı. Annem buz gibi bakışlarıyla beni olduğum yerde inceliyordu. Ne hareket etmiş, ne bir tepki vermişti. Her zaman ki gibi o da beni çok özlemiş olmalıydı(!) Zoraki bir halde babama gülümsedim ve "Çok yorgunum, dinlenmem lazım baba." diyerek merdivenlere yöneldim. "Hayırdır? Neyin var ?" diye arkamdan seslendi fakat cevap vermedim.
Yatağımın ucundaki sürahiden kendime bir bardak su doldurdum ve kafama diktim. İçimdeki ateşi bir nebze olsun söndürür diye umut etmiştim fakat bütün vücudum bir yandan titriyor, bir yandan da alevler içinde yanıyordum. Üstümü değiştirip ince bir şort ve askılı bir üst tercih ettim. Kıyafetlerimi çıkarırken tenime değen ellerim yakıyordu canımı. Muhtemelen fena halde hasta olmak üzereydim. Zaten Erdem'le o sahilde geçirdiğimiz bir haftalık kamp macerasından sonra hasta olmamayı başarsam kendime şaşırırdım. Son bir aydır içinde bulunduğum duygu yoğunluğu ve gördüklerim ruhumu ve bedenimi fena halde yormuştu.
Yatağa uzandım ve gözlerimi kapattım. Bir an önce uyumak, gerek Seren'in sözlerini gerekse babamla ilgili gördüklerimi beynimden uzaklaştırmak istiyordum. Bir süreliğine de olsa unutmak bana iyi gelecekti. Biliyordum. Gerçeklerden kaçmak için uyumak her zaman en iyi yoldu.
Ne kadar süre uyudum, saat kaçtı, hava ne ara bu kadar kararmıştı bilmiyorum ama vücuduma değen tanıdık bir elle kendime geldim. Açıkta kalan bacağımı okşuyordu yavaş yavaş. Vücudum hareket ettiremeyeceğim kadar ağırlaşmıştı sanki, göz kapaklarım feci halde alev alıyordu. Gözlerimi açmama gerek yoktu. Bacaklarımdan yukarı doğru tırmanan elin kime ait olduğunu biliyordum. Tiksintiyle inledim. "Yapma..." Kelimeler dudaklarımdan dökülürken gözlerimi açamamamın verdiği cesaretle yaşadığım anın bir kabus olmasını diledim.
"Eflal..." Elleri Bacaklarımdan göbeğime kadar ulaşmış, göğüslerime doğru tırmanıyordu. Var gücümle kıpırdanmaya çalıştım fakat hareket ettiğim an tenime bir bıçak saplandı sanki. Fena halde hasta olmuş olmalıydım. "Benim küçük Eflal'im..." derken elleri göğüslerimden boynuma doğru kayıyordu. Yüzüme yaklaşan iğrenç nefesini yüzümde hissettiğim an çığlık atmak için var gücümle ses tellerimi zorladım. Fakat sanki kısa bir fısıltı dökülmüştü ağzımdan.
O an ölmek istedim. Beni her zaman yaptığı gibi kokluyor, daha önce duymadığım bir dua mırıldanıyor ve yüzüme doğru nefesini üflüyordu. Yine geçmişin harabelerinin altında can vermeye başlamıştım işte. Unutmak istediğim yüzlerce anı beynime hücum etmişti çoktan. İçinde bulunduğum şu an bana pekte uzak gelmiyordu. Küçüklüğümden beri yaşadığım bu şeyin üstesinden gelmek için denemediğim yol kalmamıştı. Fakat suçlu hep ben bulunmuştum. Çünkü ben uğursuzdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFLAL
RomanceKonuşmanın vakti gelmişti demek. Gerçeklerle yüzleşmek... Yerimden kalkıp onu duvarın köşesine doğru sıkıştırdım. Benden korkan gözleri, titreyen bacakları, karşımda ufacık kalan bedeni... "Sana üç şey söyleyeceğim. Bu üç şeyi asla unutmayac...