✒Visal✒

12.6K 1.2K 289
                                    

Selamun Aleyküm buyrunuz yeni bölüm;

Ben, aşkını yüreğinde taşımaktan dahi haya ederken; dilime bir kez olsun özgürce yerleştirip haykıramamaktan muzdariptim.

Aynı zamanda yüreğimdeki közün sürekli debertilmesinden yorgun düşmüş, acizaneydim.

Köz, yerini küle bıraksın diye kalbimdeki ateşe su dökerek umutla sönmesini beklediğim her an, Mustafa gelip yeniden harlıyordu. Kalbim sönmeye yüz tutup, sürekli alev almaktan kararmıştı.

Bu kara leke haramın azasıydı.

Gözlerimdeki şaşkınlık kısa süreliğine onun harelerini okşadığında dudaklarımı sımsıkı kapatarak içimde bocalayan şoku yüzüme yansıtmamaya çalıştım.

Umut için normal görünen bu misafir elbet benim kadar onu etkilememişti. Bu yüzden hızla salona girmiş ve bulduğu koltuğa yorgun bedenini atmıştı.

Fakat gel gör ki heyhat, bedenim bana bu kolaylığı sağlayamadı. Salonun girişinde öylece durmaya devam ettim.

Şahdamarımın atışı boynumda zelzeleler koparırken zorla yutkundum. Titreşen kirpiklerimi onun bulunduğu yerden kopardım. Dilim, ona hiçbir kelamı buyur etmezken, hoş geldin demekten aciz düştü. Sırtımı salona çevirdiğimde Umut'a kahve yapmayı bahane edep mutfağa doğru yol alacakken annemin sözleriyle kalakaldım.

"Elif, Umut'a kahve yapmışken misafirimize de yap. " Omzumun üstünden başımı anneme çevirdiğimde oturduğu yerden gergin bakışlarını yüzüme sabitledi. Bedenimi tamamen salona çevirip onun bulunduğu tarafa döndüm. Iki yanımda titreyen ellerim bana yardımcı olmazken eteklerimi sıkıp dindirmeye çalıştım.

Umut kahveyi sade severdi. Bu yüzden Mustafa'ya nasıl içtiğini sormalıydım.

Peki, dudaklarım titremeden bu soruyu ona nasıl soracaktım.

Annem ruhumdaki kıvranışları sezmiş olsa gerek beni kurtardı.

"Oğlum kahveni nasıl içersin?"

Bu vakte kadar sessizliğini koruyan ipek sesi, aralık dudaklarında can verdi.

"Sade olsun."

Iki kelime, bir cümle.

Salona akan o ses basitti.

Fakat benim yüreğime aksettiğinde değişti.

Bu değişim dahi sevdanın şahidiydi.

Başımla belli belirsiz onaylayarak mutfağa gittim.

Neşe mutfağın eşiğinde durmuş salondaki sesleri dinliyordu. Beni gördüğünde mutfağa girebilmem için kenara çekildi.

Kollarımdaki derman onu görür görmez sönüvermişti. Kendimi sandalyelerden birine çökerken buldum.

Dirseklerimi masaya yaslayıp ellerimle alnıma baskı yaptığımda kısık tonda Neşe'ye konuştum.

"Iki sade kahve yapar mısın? "

Sesimin soluk benizi ikimizi de kuşattığında tedirgince sordu.

"Elif...Sen iyi misin? "

Ona verecek cevap bulamazken kendi sorumu yönelttim. " O, buraya ne zaman geldi?"

"Çok olmadı. Siz gelmeden birkaç dakika önce geldi."

"Neden geldi, neden?" Kendi kendime sunduğum bu sızlanmalarımı Neşe anlamlandıramazken Mustafa'nın kim olduğunu merak ettiğini biliyordum. Fakat bitkin halimin üstünü sorularıyla çoraklaştırmak istemedi. Arkasını dönerek tezgaha ilerledi ve iki fincan çıkarıp cezveyi ateşe verdi.

GURURHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin