Resim: Mustafa
Çocukların neşe dolu sesleri etrafı çınlatırken biz onların aksine sessizliği soluyorduk.
En son etrafa keskin bir bıçak gibi dökülen sözlerimin üzerinden kaç dakika geçmişti?Bilmiyordum. Ama uzun olduğu kesindi.
"Konuş artık.Söylediklerime bir tepki bir cevap ver. Ama susma! Eger söyleyeceklerinin canımı yakacağını düşünüyorsan merak etme dünkü söylediğin o iki kelimeden daha fazlası artık canımı acıtamaz,yakamaz! " dedim sessizce. Evet sözlerim sessizce dudaklarımdan dökülebilirdi ama duyan kulaklar için fazla keskindi.
"İki kelime..." diye tekrar etti cümlererimi. "Haklısın o iki kelime fazla acımasızcaydı ama bu kelimeleri söyleyen kişi için ne kadar zorlayıcı olduğunu bilemezsin "dedi.
"Zorlayıcı mı? O cümleleri söylerken seni zorlayan hiçbir etken yoktu etrafında. Aksine dudaklarından o kadar normal,akıcı döküldü ki o sözler..." sustum. O sözlerin bana hissettirdiği çaresizliği,acizliği, yıkılmışlığı bilmesine gerek yoktu.Çaresizdim; Bu sözleri dile getiren bir adamı sevdiğim için.
Acizdim; O kelimelerin gerçekliğini hissetmeme rağmen yalan olmasını delicesine istediğim için.
Yıkılmıştım; 'Senden utanıyorum' sözlerini sevdiği adamın dudaklarından duyan bir kız olduğum için.Ve onun bu hislerimi bilmesine gerek yoktu.
"O acımasız sözlere karşılık kendimi savunacağım kelimelerim yok Elif. Buraya zaten söylediklerim için senden af dilenmeye gelmedim. O sözleri söyleyen için sonraki güne af dilemek fazla komik kaçardı zaten öyle değil mi?" Dedi yüzünü bana çevirerek. Soğuk bir gülümseme vardı dudaklarında. Hatta bir gülümseme dahi değildi bu görüntü. Ama türkçede bu görüntüye karşı verebileceğim başka bir ad olmadığı için 'soguk gülümseme' olarak adlandırmaya devam edecektim.
"O yüzden benim buraya asıl gelme amacımı söyleyeyim. "Dedi. Bir anda kaşları çatılmıştı. İster istemez bu hareketine karşılık benimde kaşlarım çatıldı. Zaten içimde zaptetmeye çalıştığım bir öfke vardı. Özellikle buraya gelme amacının af dilenmek olmadığını küstah ve umursamazca söyledikten sonra.
"Söylenenleri kafana fazla takma.Kendini ezdirme ve üniversiteye gelmemezlik yapıp arkandan daha fazla dalga geçmelerine izin verme. Yarın seni o amfide otururken göreceğim. Bu ilk ve son uyarım!" Dedi banktan kalkarak ve hoşçakal gibi küçük nezaket sözcüklerini bile söylemeden arkasını döndü. Hiçbirşey olmamış,benim alay konusu olmamı kendisi sağlamamış gibi buraya gelerek öğüt vermesi içimde yoğunlaşan tüm duyguları tetikledi ve arkasından seslenmeme neden oldu.
"Onların söylediklerini kafama istesemde takamam zaten Buğra. " Ağzımdan çıkan sözlerin etkisi olsa gerek bir an bana dönecek gibi oldu ama mıh gibi yerinde dikilmeye devam etti.
" 'Senden utanıyorum 'sözcükleri kulaklarımı tıkarken ve başka sözcüklerin girmesini engellerken istesemde kafama takamam. Ben senin cümlelerinin etkisi ile karışık duyguların dalgası haline gelirken başkalarının dalga geçmeleri umrumda dahi olamaz. Ve inan bana hiçkimse tarafından ezik duruma düşmek senin beni ezdiğin,aşağıladığın kadar önemli değil. İnan bana onların aşağılamaları seninkinin yanında bir kum tanesi kalır."
Biraz bekledim. Nefesimin bir düzene girmesi gerekiyordu. Daha sakin olmam gerekiyordu. Susmama karşılık bittiğini zannederek bir adım atacağı sırada yine durmasına neden olan sözcükleri dudaklarımdan serbest bıraktım.
"Şimdi biraz önce söylemiş olduğun sözcükleri geri al ve bana dönerek de ki: 'Benim sözlerimi kafana takma. Benim seni ezmeme, aşağılamama izin verme. ' Hadi Buğra seni seven bu kıza bunları söyle. Bunları söyle ki o kız güçlensin. Sana karşı daha fazla yenilmesin. Olmadığı birine dönüşmesin." Dedim ağlamaklı, çaresiz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GURUR
Roman d'amour"Ben harama bakamam. Sen bana haramsın. Gözlerine bakmak, ateşe düşmek demek. 'Saçlarına dokunmak istiyorum' diyorsun lakin o dokunuşların benim için bir adet kurşun olduğunu biliyor musun? En acısı da ne biliyor musun? Benden, saçımdaki örtümden u...