İyi okumalar...
blumargherita ithafen...
&&&&&&&
Hayvanların açlıktan kırıldığı, yaşlılarla çocukların karınlarına sancı gibi giren zor ve soğuk aylar nihayet bitmiş. Doğa uyanmış güneş gülen yüzünü göstermişti. Tek tük taşınan evlerle göç zamanının geldiğini fark eden çocuklar köyün sokaklarında bir aşağı bir yukarı koştururken yaşlılar kapı önlerine attıkları çullarla güneşin keyfini çıkarıyorlardı. Yokluk zamanıydı. Bir avuç toprak sahibi olanlar Allah' ın şanslı kullarıydı. Onlar da bu şansı en iyi şekilde değerlendirmek için zaman kaybetmeden öküzlerini sabana koşarak bostan ekmek için çift sürmeye başlamışlardı.
Sakalını sıvazlayan Mustafa efendi de yaşlı başlı haline bakmadan on iki kerpiç odanın iç içe olduğu odaların en sonuncusuna doğru aksaya aksaya yürüdü. Dizleri artık yaşlı gövdesini taşımıyordu. Ahır olarak kullanılan son odaya doğru giderken en orta odadaki oğlunun odasından da geçmek zorundaydı. Yorganı kafasına doğru çekip hala uyuyan oğluna ters bir bakış attı. Yaşıtları tozu dumana katarken, ondan böyle bir şey bekleyen yoktu da, o fosur fosur uyuyordu.
Başını olumsuzca sallayan yaşlı adam, onu daha fazla görmeye katlanamadı. Odadan hemen çıkararak arkaya gidip öküzü getirip tekrar odadan geçti. İçinden ''öküz şu köşe de yatan oğlumu bir tepse de geçse'' diye geçirdi.
Arkasından gelip önüne çıkan karısı ''tek gitme Cemal' i uyandırayım sana yardım eder.''
Yaka silkti yaşlı adam ''ne hayrı ne şerri! Keşke hiç uyanmasa ''derken Fatma kadın ''Allah korusun. Yanımızda kalan tek çocuk. Eninde sonunda o bize bakacak, öyle deme.''
''Ne zaman bakacak mesela mezarda mı? Ben oldum yetmiş üç o ise otuz. Kaç yılımız kaldı bu dünyada? '' elini oğluna uzatarak ''bu adam olacakta ben de göreceğim!'' sesi sonlara doğru yükseldi yaşlı adamın.
Cemal, ellerini yumruk yapıp kollarını geriye doğru savurarak yatağında gerindi. Yüzünü sıvazlayıp kaytan bıyıklarını işaret parmağının tersi ile düzeltti. Yaşlı adam burnunu kıvırarak çıktı odadan. Annesine dönen Cemal;
''Eye (anne),Bawo (baba) günahımı çok alıyor. Mele (hoca) diyor ki bu ahireti için iyi değildir.''
''Sen mele' den , ahiretten mi bahsediyorsun? Be sudum! (utanmaz!) Ahiret korkun varsa kalk bir işin ucundan tut bu yaşta yorma bizi.''
''Bawo dedi işime burnunu sokma diye, sokmuyorum ama işe yaramaz da değilim daha dün gece yüz kağıt kazandım. Çalışmasına gerek yok.''
Yaşlı kadın, oğlunun yanına çöktü ''baban diyor haram parasına kalmadık. Bir yerde gebertecekler, bu yaştan sonra dert olacak içimizde dedi.''
''Kolay kazanmadık, bir tarafımızdan ter damladı eye! Beni öyle kimse de gebertemez. Neyse, bana tereyağı ayırdın mı? Kahvaltı yapayım da köye ineyim.''
Kocası zıkkım yesin bir şey verme dese de kadın kıyamadı. Biraz arpa ekmeği, yayık ayranı ve tereyağını koyun yününün eğirilip boyanarak yapıldığı kırmızı sofranın üstüne koyarak oğlunun yemek için gelmesini bekledi. Cemal, geldi bir parça ekmeği koparıp tereyağına daldırdı ve büyük bir parçaya sürerek dürüm yaptı ardından bir güzel yedi, kum saatini andıran kulplu ağzı geniş metal bardağa dökülen ayranı da boğazına doğru yuvarlayarak ayaklandı.
Kapının önüne çıktığında gözünü alan güneşe karşın gözlerini kısıp beyaz mintanının yakasını düzeltti, köydeki herkesin giydiği şal u şapık (şalvar yelek) ve lastik ayakkabının aksine siyah pantolonun altına simsiyah yumurta topuk ayakkabı giymişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜL CEMAL
Tiểu Thuyết ChungEllili yıllarda; Suriye' den Türkiye' ye uzanan, sınır tanımayan bir aşkın hikayesi... Mahah ve Cemal'in hikayesi. işe yaramayan, her pis işte parmağı olan fakat köyün gözde bekarı, bıçkın delikanlısı Cemal... delikanlı dediğime bakmayın otuzuna da...