''Kırk dokuz şehidimiz varHiç bir damla gözyaşı dökmem
Rabbimden onlara muştu var
'Size verdiğimi kimseye vermem'
Gözümün nuru kırk dokuz
Sandılar ki öldükçe biz yokuz
Ne acılar yaşadık artık tokuz
Ne kadar eksilirsek o kadar çoğuz
Ne yazarsan yaz uyuyan görmez ki
Acı gerçekler gözümüzü açar belki
Vahşi hayvanlar bir bir evcilleşti
Lanet olsun insanlara nasıl vahşileşti.''
Şemsi Demircan
Başımız sağ olsun...
İyi okumalar...
İri yarı komutan soğuktan buharlaşan gözlüğünü işaret parmağıyla geriye itip burnunu çekti. Defalarca dürttüğü adamın ruhu çekilmiş gibi kıpırtısız duruşu telaşlandırdı onu da. Ayağına vurmaktan vazgeçip baş ucuna geldi, çöktü. Elini adamın kafasının altına koyup kendine çevirdi. Nefesini kontrol etti. Sayıklamasına tanık olunca rahat bir nefes aldı, yaşıyordu. Ama biraz daha burada kalırsa donabilirdi. Adamı sarsarak ''kalk asker!'' diye buyurdu tekrar.
Cemal, gözlerini hafif aralayarak komutana baktı. O da derin derin soluyordu. Yavaşça doğrulmaya çalıştı. Çok zorlanıyordu. Komutan ne zaman gelmişti? Kendisi ne zaman uyumuştu? Şimdi niye her bir uzvu kendisine fazlalıkmış gibi geliyordu? Peki ya şu göğsüne oturan, nefes almasını engelleyen şey, O neydi?
''Kalk oğlum kalk! Hastalanacaksın!''
Komutanın sözlerine normal şartlarda hazır ol da yüksek sesle tekmil vermesi gerekirken, kendisine ağır gelen kafasını aşağı yukarı sallamaya çalıştı. Ama pek başarılı olduğu söylenemezdi. Komutan onun elini iki elinin arasına aldı. Önce Cemal'in yumruk yaptığı ellerini çözüp sıcak nefesini üfledi ısıtmaya çalıştı sonra elini gezdirdiği yüzünü.
Cemal, irkilerek kendine geldiğinde tir tir titriyordu. Komutanın da desteğiyle yürüdü. Komutan boş kalan nöbet yerine hızla yeni ayarlama yapmak için onu revir kapısına bıraktı. Cemal de iyi olduğunu söylemişti zaten. Ayak üstü muayene olan Cemal, koğuşuna döndü . Yatağına uzandığında ona ağır gelen , tir tir titreten şey ne soğuktu ne de kar. Hala gördüğü rüyanın etkisindeydi. Çok gerçekçiydi. Çuval' ın ağırlığı hala omuzlarındayken Mahah' ın sıcaklığını yanında hissetmişti. Şu durumda bir tek ona ihtiyacı vardı. Ama şükür ki günler hızlı akıyordu sırf ona erkenden kavuşmasını sağlamak için sadece geceler gereksiz uzundu o kadar. O da yavaş yavaş kısalmaya başlamıştı bile. Gözle görülür bir fark vardı. Sıkıca yumdu gözlerini karısını bir daha rüyasında görebilmek için. İlerleyen günlerde rüyanın yetmeyeceğini gerçeğini dünya gözüyle bir daha görebilmek için gece gündüz dua edeceğini bilmiyordu o anlarda. Tabi ki karısı da onu yanında görmek için can atıyordu. Hele de kızlarının durumu yetmezmiş gibi evde bulunan o kuru kalabalık!
Mahah içerden yükselen seslerle kafayı sıyırmak üzereydi. Çektiği yetmezmiş gibi Ferman' ın evi çınlatan kahkahaları... Cemal' le alenen dalga geçiyordu. Ona yalancı demişti. Güya dayak yiyormuş, ne hürmet göstermesi demişti. Asıl yalancı kendisiydi. Hem de utanmaz bir yalancı. Cemal burada olsa gösterirdi gününü ona. Hasta ziyaretine gelmişsin ya edebinle otur ya da siktir ol git, derdi kesin. Elini alnına koyup ovuşturdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜL CEMAL
General FictionEllili yıllarda; Suriye' den Türkiye' ye uzanan, sınır tanımayan bir aşkın hikayesi... Mahah ve Cemal'in hikayesi. işe yaramayan, her pis işte parmağı olan fakat köyün gözde bekarı, bıçkın delikanlısı Cemal... delikanlı dediğime bakmayın otuzuna da...