İyi okumalar...&&&&
Şafak sökmeden uyandırıldı yine. Artık komut bekleyen eğitimli bir kurttan farksız hissediyordu kendini. Göğsüne bastırarak uyuyakaldığı mektubu yanına alıp kendini, üstünde yatmaya alışması epeyce güç olan, ranzadan aşağı bıraktı. Her gün rutine bağlayan işleri can sıkıcı bir boyut almış olsa da alışmış görünüyordu. Tabi bu emir komuta işleyişine alışma sürecinin uzun sürmesinde yediği tokatların payı da büyüktü. Neyse ki eskisi kadar göze batmıyordu ve artık yok denecek kadar azalmıştı dayakla imtihanı. Ya da o palazlanmıştı.
Şu an bulunduğu yere göre sıcak ve kurak olan bir iklimden gelmiş olan Cemal, başlarda yukarıya yükseldiğine mi yoksa aşağılara kadar indiğine mi karar veremediği dumanı, dört bir yanını saran dağların başında, yangın çıktığı izlenimine kapılarak izliyordu. Fakat çetin kış şartlarını, o gün yoğun sisten iki adım ötesini göremeyince , iliklerine kadar hissetti. Üşüyordu! Soğuk ısıran burnu kızarmış hissizleşmişti ve ayak parmakları rahatsız edecek şekilde kaşınıyordu. Eğitimden sonra serbest bırakıldıkları anda daha önce görmediği, fakat şimdi oldukça iş gören eldivene geçirdiği ellerini birbirine sürttü. Ağzına doğru kaldırıp sıcak nefesini üfledi. Titreyen içini ısıtmak için koştura koştura kantinin yolunu tuttu. Bu çay dedikleri şey bir nimetti.
Alçak tavanlı, basık, alanda her nefes alışverişlerinde ağızlarından çıkan dumana bir de sigara dumanı eşlik eden onlarca adamın işgal ettiği masaların arasından geçip bir o kadar adamın iki koldan uzun kuyruklar oluşturduğu alana doğru yürüdü. Sağ tarafta daha az adam olduğuna göz kararı kanaat getirdi. Ve en son sıraya geçip bekledi.
Zorda olsa bir bardak çayını alıp boş bulduğu bir yere oturdu. Her kafadan bir ses çıkıyordu, bir şeyler anlatıp duruyorlardı. Kimi eski yavuklusunu kimi ailesini... Ayırdığı üçüncü şekeri sol eline alıp oynarken , iki şeker attığı bardağı karıştırdıkça karıştırdı. Canı sıkılıyordu. O da evini özlüyordu. Karısını özlüyordu. Derin bir iç çekip dirseğini masaya dayadı. Yüzünü sağ avucuna yerleştirdi. Gözleri kantin girişindeydi fakat o, köydeydi o an. Eyeye takılıyor, bawoyu kızdırıyor, Mahah' a sarılıyordu. En çok da onu utandıracak şekilde ulu orta öpmeye kalkışıyordu.
Yanındaki sandalyenin arka iki bacağı üzerinde gıcırtıyla geriye çekilişi ile daldığı hayal aleminden koptu, gerçek hayata döndü . Ne Mahah vardı nede köy. İstemediği yere yeniden getirilmişti. İstifini bozmadan avucundaki şekeri masaya bıraktı. Çay bardağına uzandı. Dudağına değen bardakla yanında ki adam konuşmaya başladı.
''Dün sen kazandın diye oyun bitmez, bugün bir daha oynayacağız. ''
Cemal, yanında ki adama bakmadı, daldığı hülyadan uyandırıldıktan sonra kapının etrafında fır dönen tıpkı onun gibi üşüyen ve nereye gideceğini şaşırmış olan, aynı zamanda masaların tepelerinde dolanırken donmaya yüz tutan kanatlarına hareket edebileceğini hatırlatmaya yemin etmiş gibi davranan sineğe dikmişti gözlerini. Nereye konsa kovuluyordu. O ne tarafa uçsa kendi göz bebekleri onunla beraber o yöne kayıyordu. Konuşan askerden ziyade onun kanat çırpış sesine odaklanmıştı. Ağır ağır hareket eden kanatlarda da mı hasret yükü, türküsü var ? diye düşünürken sabırsız adam kolunu dürttü buradayım konuşsana dercesine.
''Ee ne diyorsun zarlar yanında mı?''
İç çekti Cemal, ''değil! Hayırdır bir daha mı yenilmek istiyorsun?''
''Şans işidir zar. Dün senden yanaydı bugün belki de benden yana olacak ne biliyorsun? '' elini Cemal' e doğru uzatıp parmaklarını kımıldattı öne arkaya ''ver bakalım zarları'' dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜL CEMAL
General FictionEllili yıllarda; Suriye' den Türkiye' ye uzanan, sınır tanımayan bir aşkın hikayesi... Mahah ve Cemal'in hikayesi. işe yaramayan, her pis işte parmağı olan fakat köyün gözde bekarı, bıçkın delikanlısı Cemal... delikanlı dediğime bakmayın otuzuna da...