39.Bölüm

6.7K 604 805
                                    




İyi okumalar...

           

&&&&

Siyahi yoğun dumanını savurarak dağların arasından kıvrıla kıvrıla ilerlerken, onu  memleketinden en önemlisi ailesinden ve sevdiklerinden fersah fersah uzağa götüren kara trenin, şansına yanına denk düştüğü, camına kafasını koyup burnunun direği,  ilk saatlerde baş gösteren  hasretle,  sızlayarak düşündü ardında kalanları.

Eyenin ağladığını belli etmemeye çalışması, bawonun peşinden gelişi, ona sarılarak ağlaması, yıllardan sonra hür iradesiyle , kendisinin  cebinden izinsiz tırtıklamasına gerek kalmadan, cebine para sıkıştırması  derinden sarsmıştı onu. Özleyecekti bawodan azar işitmeyi, eyenin tatlı sert çıkışlarını, hem kızıp hem gizlice ona yemek taşıyışını. O yokluklarının burukluğunu şimdiden en derinlerinde bir yerlerde hissederken onların yaşlı yürekleri nasıl dayanacaktı onsuzluğa ? düşünmeden edemedi.  Ömrünce bir fayda sağlamamıştı onlara. Omuzlarından tek yük alıp hafifletmemişti. Hoş bunda bawonun ketum tavrının etkisi de büyüktü ama kendisi de pek gönüllü  değildi çalışmaya. Doğruya doğru işine gelmişti o zamanlar.  Gençliğin verdiği heyecanla; oyun, içki, karı kız diye diye o düğün senin bu düğün benim sürüklendi gitti Ferman' ın ardından.  Elini saçlarının arasından geçirdi pişmanlıkla.  Bugün geçmişe dönme şansı verilseydi asla o yaptıklarını tekrarlamazdı. Öyle yada böyle kimsenin günahına girmezdi.  Bir tek şey hariç! 

O da kesinlikle Mahah idi. Ne kaçırdığına ne de evlendiğine pişman olmuştu. Bugün olsa yine aynını yapardı tereddütsüz. Hem de sadece Ferman' la olan dost, kardeş  bağının kopmasına ya da onun tarafından bıçaklanmasına değil karısının bahsettiği gibi dipsiz kuyuya atmasına bile razı olarak Mahah' ı yine kendi helali kılardı. O çakır gözlerde kendinden başka kimsenin aksini görmeye değil katlanmak aklına getirmekten dahi rahatsızlık duydu.

Mahah! Otuz yıllık hayatının en güzel birkaç ayını yaşatan güzel gözlü masum kadın, şimdi karnında bebeğiyle bir başınaydı. En son yine ağlarken görmüş ardında bırakmıştı onu, bir teselli vermesine dahi izin verilmemişti. Vedalaşamamıştı  da... Bilseydi ki  on iki yıl boyunca kaçtığı askerliğe evleneceği , evlendiği kadına aşık olacağı ve  hatta baba olacağı  yıl karga tulumba götürülecek Vallahi on sekizinde gidip birliğine teslim olup dört yıl askerlik yapmaya razı olurdu. Şimdi ardında gepegenç güzeller güzeli bir kadın hem de  karnında bir bebek taşıyan kadın ve yanında da yaşlı eye ile bawo bırakmıştı. Hangisi hangisine bakacaktı şimdi? Koskoca iki yıl nasıl geçecekti öyle ayrı gayrı?  Bu asker ocağı denen yere neden tarlaya gider gibi tüm aile beraber gitmezdi ki? 

Dağın taşın içinden geçen trenin camına düşen ağaç gölgeleri,  bir birini görmeyen ışıklarını dahi hissetmeyen belki de birbirlerinin varlıklarından dahi habersiz olan köyler  rahatsız etti  onu. Gitgide yükselen, ağaçlarla çevrili bu dağlarda olmak istemiyordu. Kendi köyünden bir diğer köydeki evlerin göründüğü  hatta o köyde kapısının önünde yaptığı yemeğin kokusu dahi diğer köy tarafından  alınan mezralarda, boz topraklardan taşınıp gittiği kahverengi topraklardaki kıl çadırında başı eyenin dizlerindeyken kendisine kaçamak bakışlar atan karısına göz kırpıp utandırmak istiyordu. Uzattığı bacağına bawonun ayak ucuyla vurup ''elinde olsa eşek kadar adamı emzireceksin de Fato!.. kalk kıçının üstüne otur  be sudum'' demesini istiyordu. O günlerde huzur varmış, birlik beraberlik varmış. Yaşadıklarına  isyan eden bakışlarını yanındaki koltukta oturan kendinden çok genç olduğu belli olan adama çevirdi.

''Memleket nere kardeş?''

Cevap gelmedi askerden. Cemal gözlerini yumup açtı. İki yılı bırak bu yol bile bitmez ki diye düşündü. Sıkıntıyla saldı nefesini.

GÜL CEMALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin