Ayaklarım bana inat ileriye doğru ilerlemeye başlamıştı. Yatağımın hemen dibinde açılan kocaman bir girdap ve babamın cesedi vardı. Kocaman bir çığlık attım. Bu da neyin nesiydi böyle? Bir şaka mıydı? Bu kesinlikle bir şaka olmalıydı.
"BABA!"
Çığlığım tüm binayı inletirken birkaç adım sesi odamın önüne kadar geldi. Tek elimle yerdeki babamın cesedini sarsarken diğer yandan da feryat figan ağlamaya başlamıştım.
"BABA, GİDEMEZSİN! HAYIR, BABA!"
Rüya görüyor olmalıydım. Evet, bu kesinlikle bir kabustu. Birazdan Karamel ve Mafya'nın suratımı yalaması ile uyanacaktım. Kendimi cimcikledim. Hayır, bu bir rüya değildi. Kimi kandırıyordum ki Allah aşkına?!
Odamın kapısından gelen sesleri ve çığlıkları duymuyordum. Babama odaklanmıştım. Yerde yatan babama, yerde cesedi bulunan babama, nabzı atmayan babama...
"BABA, ÖLEMEZSİN! YALVARIRIM KALK BABAAA!"
Çığlık çığlığa babamı sarsıyordum. Ama uyanmıyordu işte. Geri gelmiyordu bana bir türlü.
"Daha hiçbir şey yaşayamamıştık. Ben seni bu kadar erken bırakamam lütfen, lütfen kalk hadi..." dedim gitgide çaresizlikten kısalan ses tonumla.
Kafamı hafifçe yukarı kaldırdığımda bir şey gözüme çarptı. Bir ışık kümesi.
"Tabii ya geçit..." sesim öylesine kısık çıkmıştı ki ben bile zor duymuştum. Zorlanarak ayağa kalktım ve kimsenin beni durdurmaması adına hızla geçide doğru sıçradım. Fakat geçit bir anda yok olmuştu. Sanki orada durma amacı benim kafamı daha fazla karıştırmak içindi.
İçeriye giren ağabeyim önce kocaman ve kızarmış gözlerle bana baktı. Ardından yerdeki babamıza.
Kocaman açılan gözleri hüzünle kısıldı ve yere çöktü. Hıçkırıkları odadaki tüm kargaşayı susturmuştu. Ben de daha fazla ayakta duramayacağımı anlayınca dizlerimin üzerine çöktüm.
Her şey için çok geçti...
Babamın hayata tutunması için çok geçti...
Onunla daha fazla anı edinebilmek için çok geçti...*.*.*.*.*.*.*.*.*.*.*.*.*
Öğlen saatlerine doğru halk ile beraber cenazeyi kaldırdık. Bir süre sonra ağlamayı
kesmiş ve ruhsuzca önüme bakıyordum. Yanaklarımdan süzülen inci tanesi gibi süzülen gözyaşlarım kuru dudağımın üzerine geldi. Son birkaç damla, son birkaç damla kalmıştı gözlerimde. Onları da akıtmadan yapmak istemiyordum bu cenaze törenini...Omzumda hissettiğim el ile sarsıldım. Temas eden elin sıcaklığı yavaş yavaş omzuma yayılmıştı.
"Açelya, iyi misin?"
Hemen dibimden gelen Aras'ın sorusuna karşılık veremedim. Daha doğrusu yüzüne bile bakamadım. Beni bu şekilde sarsılmış ve savunmasız görmesini istemiyordum.
"Gel buraya.." diye mırıldandı ve beni kendine çekti. Kafam göğsüne çarpınca tekrardan gözlerim dolduysa da yaş akmamıştı.
"Aras, o gitti!" Aras cevap vermedi. Sadece saçımı okşamakla yetindi. Gerçi, ne diyecekti ki?
"Bu çok acımasızca! Beni bu kadar kolay bırakamaz."
Elbette bunun babamın suçu olmadığını biliyordum. Sadece, sadece içim içimi yiyor ve birilerini suçlamak istiyordu.
"Hepsi benim suçum. Eğer o lanet Atlas'ı kendi hâline bıraksaydım veya Çağrı ile saçma sapan tanışma kısmını yaşamasaydım belki de babam yaşıyor olacaktı! Belki de, en azından odaya erken gitseydim babam yanımda olacaktı!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ezik Melez
Fantasy17 yıllık hayatınızda sürekli ezildiğinizi düşünün. sürekli şişman olduğunuzu ve sevilmediğinizi,hiç bir arkadaşınızın olmadığı bu dünyada yapayalnız kaldığınızı düşünün.Ve bütün yakınlarınızın sizden sakladığı bir sır olduğunu düşünün.Ben kendimi y...