Kang Dae YOUNG

2.4K 218 36
                                    

Genç adam başını kaldırıp içkisinden yudumlamak üzereyken bardak dudaklarında takılı kaldı. Yana doğru kıvrılan dudağı cama silüeti vuran ve arkasında tekinsizce duran yansımanın sahibineydi.

"Gelmeyeceğini düşünmeye başlamıştım."

Jin onun konuşmasına hiç bir karşılık vermeden saldırıya geçti. Öylesine öfkeliydi ki bu adama Dilruba'yı alıkoymuş olmasını kaldıramıyordu. İki çelik sağında ve solunda acımasızca parıldarken hamlesini yine bir kılıç karşılamıştı. Geri çekilip tekrardan savurdu. Lakin karşısında ifadesini hiç bozmayan adam ustaca hareketlerine karşılık veriyordu. Daha da hızlandı. Aralarında ki sessizliği bozan tek şey çeliklerin birbirlerine değdikleri anda çıkarttıkları çınlama sesiydi.

Kaç dakikadır bu şekilde devam ettiler kimse bilmiyordu. Ama kapının dışında bekleyen ikizler sıkılmaya başlamışlardı. Efendileri onların içeriye girip müdahale etmelerini kesinlikle hoş karşılamazdı. Bunun farkında oldukları için tetikte olmakla yetiniyorlardı.

Jin son bir hamle daha yapıp yeniden geriye çekildi. Ama siniri biraz olsun geçmemişti. Ve bu adamı parçalarına ayırmadan da geçmeyecekti. Yine de adamın kılıç kullanmakta ki kabiliyetinin de farkındaydı. Kendisi çift kılıç kullanmasına rağmen hamlelerini karşılayabilmişti.

"Kimsin sen?"

Kendisine yöneltilen soru karşısında genç adam hafifçe gülümserken kılıcının keskinliğinde parmağını gezdirdi.

"Önce vurup sonra soruyorsun demek. Sevdim."

"Senin neyi sevip sevmediğin beni zerre ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren tek şey Dilruba. Ve sen onu zorla alıkoydun."

"Yalnız şu alıkoymak lafı kulağa pek hoş gelmiyor sanki. Onun yerine misafir ettim desek daha doğru olur. Sonuçta amacım onun sayesinde sana ulaşmaktı. Senin mizacını az çok anladığım için bir şekilde buraya geleceğini biliyordum. Onu bu kadar çok mu seviyorsun?"

Jin de bu adamın sevdiği kadına zarar vermek niyetinde olmadığına kanaat getirmişti lakin yine de yaptığı affedilebilir değildi.

"Bana doğrudan gelseydin ulaşırdın. Adresimi eminim çoktan öğrenmişsindir. Bu şekilde dolambaçlı yolları seçmek neden?"

"Evini tabiki de biliyorum ama eğer oraya gelmiş olsaydım yıllar önce başıma gelen olayın intikamını almak isteyebilirdim. Genelde irademe sahip çıkabilen biriyimdir ama bazı istisnai durumlar olabiliyor elbette. Normalde yapmam gerekeni yapmış olsam şimdi seninle karşılıklı konuşma fırsatım asla olmazdı. Çünkü aklındaki tek şey beni öldürme isteği olurdu."

"Beni çok iyi tanıyormuş gibi konuşuyorsun?"

"İşte bu huyunu da seviyorum. Olaylara başka yönlerinden bakıp kelimelere takılmıyorsun. Senin yerinde bir başkası olsa direk bana ne intikamı diye sorardı."

"Senin benimle derdin ne? Buraya bana övgüler yağdırasın diye gelmedim. Artık asıl meseleye gelsek?"

"Seninle konuşmaya çalışıyordum sadece."

Jin kılıçlarını sırtına yerleştirip pencereye yöneldi. Daha fazla burada kalmaya niyeti yoktu. Bir an evvel Dilruba'nın yanına gitmek ve onu kollarına alıp bugünü unutturmak istiyordu.

"Anne ve babanın ölmediğini bilmek sana ne hissettirirdi?"

Jin'in parmakları pencerede öylece asılı kaldı. Bu şakası yapılamayacak bir konuydu. Arkasını adama dönmeden konuştu.

"Söylediklerine dikkat et."

"Şaka yaptığımı mı zannediyorsun? Sana öldüklerini o yanındaki babaanne dediğin vampir bozuntusu mu söyledi yoksa?"

Jin hiddetle genç adama döndü.

"Yeter! Amacın ne lan senin?!"

"Bak gördün mü? Konu ondan açılınca nasıl da öfkeye kapılıyorsun hemen. Bir de öldürseydim neler olurdu kim bilir?"

Jin öne doğru atılıp genç adamın gömleğinin yakasına yapıştı. Jin'in hareketiyle içeriye hızla giren ikizler Jin'e doğru hamle yapmak üzereyken bir çift bakış karşısında duraksadılar. Bu Jin'e karşı yapılacak herhangi bir hareketin hayatlarına mâl olacağını ima etmekteydi.

"Eğer Violet'e dokunursan kendini ölmüş bil."

"İnan bana bunu yapacak olsam zaten yapmıştım. Her şeyi öğrendiğin zaman böyle konuşabilecek misin çok merak ediyorum doğrusu."

"Geldiğimden beri lafı dolandırıp duruyorsun. Ne söyleyeceksen söyle!"

"Tabi sen yakamı bırakır bırakmaz neden olmasın?"

Jin genç adamı serbest bıraksa da bakışlarını gözlerinden bir an olsun ayırmadı.

"Bu anı ne kadar çok beklediğimi bilemezsin Jin. Kendimi bildim bileli seni arıyorum ben. Ve nihayet karşımdasın."

Genç adam sözlerine devam etmeden önce odadaki koltuklardan birine oturdu. Ardından bakışlarını kendisini dikkatle izlemekte olan Jin'e çevirdi.

"Seni bulmak hiç kolay değildi. Çünkü kaçırıldığın da daha küçücük bir bebektin."

"Ne saçmalıyorsun sen şimdi?"

"Dinleyeceksen devam ediyorum."

Jin başını devam et gibilerinden hareket ettirdi. Ama kendisine bir şeyler anlatan adam berbat bir yalancıydı.

"Bazı şeyleri kabullenmenin zor olduğunun farkındayım lakin sence yalan söyleyerek elime ne geçebilir? Belki de haklısın gidip o çocuk hırsızının kafasını koparmalıyım."

"Aklından bile geçirme."

"Hala anlamıyorsun değil mi? Belki de göstermek anlatmaktan daha gerçek görünebilir sana."

Genç adam hızlı hızlı nefes almaya başladığın da Jin kaşlarını çattı. Adamın kalbi şiddetle göğsüne vuruyor ve sanki bulunduğu yerden çıkmak istiyordu. Jin'e bakmakta olan göz akları siyahla boyanmaya başladığın da bir hırıltı döküldü dudaklarından.

"Siktir daha benim bilmediğim kaç Melez var?"

"Sence bu bir tesadüf mü? Bana bak Jin ve bunun tesadüf olduğunu söyle. Seninle ben aynıyız."

"Melez olman aynı olduğumuz anlamına gelmiyor. Biz seninle çok farklıyız. Ben kadınları kendi çıkarlarım için kullanmam."

"Sana bunun sebebini açıkladığımı varsayıyordum. Seni buraya getirebilmek için başka bir yol yoktu."

"Peki benden ne istiyorsun? Yoldaş olmamızı mı? Unut bunu. Ben yalnız takılırım."

"Çok zor birisin. Bu asiliğinin sebebini bunca zaman ailenin yanında olmayışına bağlıyorum. Ama tüm bunlar artık geride kaldı. Artık yalnız olmak zorunda değilsin."

"Beni duymadın sanırım? Her ne kadar kendimi tekrarlamaktan hoşlanmasam da sözümü yineleyeceğim. Ben seninle iş birliği yapmam."

O esnada içeriye giren bir kadın dikkatleri hemen üzerine çekmişti. Beline kadar uzanan siyah saçları ve fildişi rengi teniyle oldukça çarpıcıydı. Jin'e bakan kırmızı gözler daha önce kimsenin ona bakmadığı şekilde bakıyorlardı.

Genç adam kadına doğru yaklaşıp elini tuttu ve koluna yerleştirdi.

"Sana beklemeni söylemiştim anne. Daha konuşmanın ortasındaydık."

Kadın gözlerini bir an olsun Jin'den ayırmadan konuştu.

"Henüz ona anlatmadın mı Kang Dae?"

"İnan bana o kadar inatçı ve dik kafalı ki bazı şeyleri anlaması zaman alabilir."

"O kadar uzun zamandır bekliyorum ki. Bunun sona ermesini istiyorum artık."

Kadının yaşaran gözleri hüzünle titredi. Jin ise dilini yutmuştu adeta. Gören her göz kadınla kendi arasındaki benzerliği rahat bir şekilde farkederdi. Aynı ton siyah saçlara sahiptiler. Göz biçimleri ve neredeyse dudak kalınlıkları bile aynıydı. Sanki aynada ki yansımasını seyrediyordu. Yüreği tekledi. Ters bir şeyler vardı. Kalbini attıran tek kadın Dilruba iken şimdi bu karşısında ki de kim oluyordu?

 

Karanlığın Prensleri  3 - "Şeytanın Melezi"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin