Bölüm 21: Ölümün Pençesinde

100 19 6
                                    

-ERTESİ SABAH-

Sabah gözlerimi araladığımda dün hatırladığım gibi uyandığımızı fark ettim. Sezen hala uyuyordu. Çağrı da öyle... Sezen'i uyandırmamak için yavaş adımlarla sandalyemden kalkıp Çağrı'nın yanına gittim. Baş ucunda bıraktığı gibi duran sandalyeye oturup elini tuttum. Soğuktu elleri. Cansız gibiydi, bembeyazdı teni. Göğsüne bağlı kabloları görmek canımı yakmıştı, dün olduğu gibi. Hatta belki daha fazla. Her geçen dakikada daha derinlerime saplanıyordu bıçak. Melek gibi uyuyordu. Elinin üstüne bir öpücük bırakarak kafeteryaya indim. Sezen'e ve bana iki kahve, iki tost aldım. 

Elimdeki tepsiyle merdivenleri çıkıp, sandalyelerimize geri döndüm. Sezen uyanmıştı abimin yanındaydı. Onların yanına girdiğimde elimdekileri sehpaya bıraktım. Abimin gözlerini buldu gözlerim. Gülümsüyordu. Ya ölseydi? Neden bunu düşünüyordum ki şu an? Gidip sarılmalıydım doyasıya. Sezen onun yanından kalkıp koltuğa oturduğunda abim yatakta biraz kayıp bana yer açtı. Gidip oraya oturduğumda canını acıtmamaya çalışarak kollarımı beline sardım. O da bana aynı şekilde karşılık verdiğinde sağ gözümden bir yaş aktı. Başımı kaldırdı ve akan göz yaşımı sildi. "Seni çok seviyorum." dedim ve kokusunu içime çektim. "O nasıl?" dedi tereddütle. "Abi onun 3 haftası var, uyanmazsa..." cümlemin devamını getiremeden başımı göğsüne gömdüm ve direnmeyi bırakıp gözyaşlarımın yanaklarımdan süzülmesine izin verdim. 

"Ağlama, seni böyle ağlarken görmek istemezdi." dedi. Haklıydı, çok kızardı ağladığımda. Gözümden bir damla yaş aksa dünyaları yakardı. Beni ağlarken görmek istemezdi biliyorum ve güçlü durmaya çalışıyordum. Ama o gözümün önünde ölümle savaşırken ne kadar güçlü durabilirdim? Benim gücümün kaynağı soğuk bir hastane odasında yaşama tutunmaya çalışıyordu.   

Onun yanından kalkıp elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. Sezen'e dönerek, "Gel yiyecek bir şeyler aldım." diyerek tepsiyi ona doğru uzattım. "Sen?" dedi soru işaretleriyle. Kendime de almıştım ama yemek istemiyordum. Tepsiye uzanarak kahvemi aldım ve "Bu yeter bana, bir şey olursa yan odadayım." diyerek odadan çıktım. 

Tekrardan onun yanındaki sandalyeye oturduğumda kahvemi baş ucundaki sehpaya bıraktım ve elini tutarak kısık sesle şarkımızı mırıldanmaya başladım:

"Her şey seninle güzel yolda yürümek bile
Olmayacak düşlerin peşinde koşmak bile
Her şey seninle güzel bu toprak bu taş bile
İçimdeki bu korku gözümdeki yaş bile


Beklenmedik bir anda ayrılık gelip çatsa
Seninle paylaştığım tek bir gün yeter bana
Beklenmedik bir anda ayrılık gelip çatsa
Seninle paylaştığım tek bir gün yeter bana."


Sesim çatallı çıkıyordu, göz pınarlarımda biriken ve akmaya inat eden gözyaşlarını geriye doğru ittim. Orada saatlerce kaldım. Elinin üstünü okşadım, yanaklarını, saçlarını... Yüzünün her çizgisini ezberledim defalarca. Hemşireler girip çıktı, kontrol ettiler, serumunu değiştirdiler. Dakikalar geçti, saatler... Ne zamandır orada durduğumu bile unutmuştum. Damla ve Can'ın pencereden bana baktığını görmemle başının üstüne minik bir öpücük bıraktım ve dışarıya çıktım. 

C: Ne zamandır orada öylece duruyorsun?

A: Bilmem.

D: Yemek de yemedin değil mi?

A: Hayır, canım istemiyor.

C: Gel bak ben senin için derslerde not çıkardım, devamsızlık işini de hallettik.

D: Ben de bayağı bir giysi, okuman için kitap falan getirdim.

Tanrım cidden olması gerekenden çok daha kusursuz yapmışlardı her şeyi. Onların yanına giderek ikisine de sarıldım. 

Bizim Hikayemiz (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin