)8(

2.6K 197 38
                                    

Bu gece, bu evde geçirdiğim bol ağlamaklı ve uykusuz geçen gecelerin aksine sakin ve huzurlu bir uyku çekmiştim. Bana kalsa, gözlerim isyan edene kadar her gece yaptığım eylemi gerçekleştirirdim fakat dün akşam yemek masasında uyuya kalıp, sabah da yatakta gözlerimi açınca fark ettim her şeyi.

Yekta işlerini bitirdikten sonra beni yatağıma taşıyıp, güzel bir uyku çekmemi sağlamıştı.

Günlerce yattığım yataktaydı bedenim, gözyaşlarımın ıslattığı yastıktaydı başım fakat ben uyuduğumu bu gece hissettim.

Acılarımdan uzak, sessiz ve sıcak bir ortamdı.

Bu; kararan hava ve yağmuru izlerken evinde sıcak bir ortamda uyuyakalmak gibi bir şeydi.

Gece ne kadar güzel bir uyku çeksem de sabah gözlerimi yerlerde bile sürünemeyecek derecede düşük olan moralim ile açmıştım. Normalde beni mutfağa götürmeye gelen Yekta'ya  nezaketen ne günaydın dedim ne de teşekkür ederim.

Şimdi de kahvaltı masasında oturmuş yine onun hazırladığı kahvaltıyı midemize indiriyorduk. Dahası ben huysuz bir çocuk gibi elimi çeneme yaslamış tabakta ki zeytinlerle uğraşıyordum ve Yekta ise arada sırada bakışlarını bana çeviriyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Hiç dokunmadığım çaya baktı, koparmadığım ekmeğe ve yine bakışları çatalımla işkence ettiğim zeytine çevrildi. Tek kaşını ne yaptığımı anlamaya çalışır gibi kaldırsada hiçbir şey anlamamış gibi boş bir ifadeyle suratına baktım.

Bugün sanırım huysuzluğum üzerimdeydi.

"Kahvaltını yapmak için neyi bekliyorsun İdil?"

Omzumu silktim. "Hiç."

"Anladım. Keyfin yok senin."

Yine benim için bir şey değişmedi ve çatalımla zeytinlerle uğraşmaya devam ettim. Arada çatalın tabakta bıraktığı ses yankılansa bile yaptığım işten vazgeçmedim.

"Zeytinlerle derdin ne?"

Daha fazla dayanamamış olacak ki yine sessizliği bozmuştu.

"Zeytinlerle bir derdim yok." Bakışlarım gözleriyle buluştu ve ben istemsizce çatılan kaşlarımı düzelttim.

"O zaman neyin var İdil?"

Bunun cevabını İdil bile bilmiyor ki.

"Fazla sorun var." Sıkıntılı bir sesle konuştuktan sonra işaret parmağım ile kafamı işaret ettim. Bu sefer kaşlarını çatan o olmuştu. "Ne gibi sorunlar?"

"Mesela şöyle; beynimi kullanmadığım için sorgusuz sualsiz bu şehire geldim ve gidecek bir yerim yok. Kendimi güvende hissettiğim evim yok, bir işim yok ve ayakta duracak gücüm!"

Bunların tek sorumlusu bendim. Kendi aptallığımla oluşmuştu her şey. Yekta'nın bu konularla hiçbir ilgisi yoktu, hattâ o bana yardım ediyordu, ama yinede ben birilerini bir şeyler anlatmak istiyordum ve eğer anlatmazsam bu yükün altında ezilecek gibiydim.

Zaten geceleri boyunca ağlamamın tek sebebi; içimdeki acının hiç azalmıyor oluşu ve sanki gün geçtikçe daha da çok artarak varolan tüm gücümü emmesiydi.

Çatalı sakince masaya bıraktım ve iki elimle yüzümü birkaç saniye kapattıktan sonra parmaklarımın arasından ona baktım. "Benim çok sorunum var ama kimsem de yok. Durum böyle olunca... Neyse daha fazla devam etmek istemiyorum bu konuya. Sonunda delirmek var." Zorla bir tebessüm sığdırdım yüzüme.

Boğazını temizledikten sonra konuştu. "Kimsesiz değilsin sen. Annenin adı Hülya'ydı değil mi?" Gözlerini kısarak bana baktığında rahatsızca yerimde kıpırdandım.

"Bu da nereden çıktı şimdi?"

"Senin bir annen var." Sesi buz gibiydi. Daha önce bu halini hiç görmemiştim. Sanki o kaybetmiş de, benim kaybetmemi istemezmiş gibi çıkmıştı ses tonu. Sanki bir şeyleri ispat etmek ister gibi...

Ama benim annem beni terk edeli bir sene oluyordu.

Benim annemin bana olan anneliği on sekizinci yaş günüme kadardı.

"Senin düşündüğün gibi bir annem yok ama." Şuan ağlamıyorsam eğer benim için büyük bir başarıydı. Sesim titremiyordu, kalbim eskisi gibi acımıyordu... Alışılmışlık vardı bedenimde.

"Aranızda her ne olmuşsa beni ilgilendirmez fakat... eğer sen de istersen seni annene götürebilirim? Yani anneni bulmam sadece iki günümü falan alır. Kimsesizim diye ortada kalmazsın en azından veya geceleri o kadar ağlamazsın." Şimdi ise küçük bir kıza önemli bir meseleyi anlatan büyükler gibiydi. İkna etmeye çalışırcasına ses tonu yumuşaktı.

Geceleri ağladığımı biliyordu. Hıçkırık seslerimi kontrol altında tutamadığım için ses ona kadar gitmiş olmalıydı.

Ben sessiz kalınca devam etti.

"Beni yanlış anlamanı istemiyorum. Bak burada kendini toparladığın zamana kadar kalabilirsin ve bu kararımı sana olan borçlarım için verdiğimi de biliyorsun. Öyle hemen toparlanıp ayağa kalkmak kolay mı sanıyorsun? Günlerini, haftalarını ve belki de aylarını alır. Hiç bilmediğin bir şehirde nasıl dimdik durabilirsin ki? Ama bir de annenin yanında olmak var. Yani ne bileyim orası daha sıcak ve huzurludur belki."

Yani ne bileyim orası daha sıcak ve huzurludur belki.

Bu cümleyi öyle bir kurmuştu ki...

Tarifi imkansız bir tonlama ve anlatış şekli vardı.

Bu cümle yetmişti gözyaşlarımı yerinden oynatmaya.

Eksikleri vardı. Yekta'nın da eksikleri vardı. Bunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi.

"Her anne için geçerli değil ki bu... Yekta, benim annem... beni terk etti. Babamın ölümünün hemen ardından başka bir adama kaçtı. Nasıl huzurlu olsun? Nasıl sıcak olsun? Babama ihanet gibi bir şey olur bu."

Ben gözlerinin içine bakarken ağır ağır yutkundu ve çenesini hafifçe sol omzuna doğru eğdikten sonra sakince ve derin derin solumaya başladı. Benden yüzünü gizliyordu. Bende kendi soluklarımı düzeltmek istedim. Ellerimin tersiyle yüzümü hırçınca sildim fakat yeni damlalar yanaklarımda yol çiziyordu hâlâ daha.

Dayanamadım. Yine.

Ve şuan ise hıçkırıklarım ile boğuşuyordum.

Biraz zaman geçmişti ki, kaçırdığı bakışlarını bana doğru çevirdi ve kısık bir ses tonuyla, "Ağlama." Dedi. Söyleyişi sakin ama içtendi. Tek ama öz bir kelimeydi.

Bunu söylemesi bende ters bir tepki yaratmıştı ve bu sefer işe omuzlarımın sarsılması da eklenmişti. Tutamıyordum kendimi. Karşımda kim olursa olsun tutamazdım kendimi.

On sekizimden, on dokuzuma geçmiştim ama acı hala aynıydı.

"İdil, bunları seni ağlatmak için söylememiştim."

Yekta, sert gözüküyordu dıştan ama şuan gözlerinden açıkça belli olan bir pişmanlık vardı. İyiydi, farklıydı ve samimi... Bugün altıncı günümdü fakat ona altı hafta veya altı ayımı vermişim de öyle çok tanımış gibi hissediyordum.

Burnumu çekerek yüzüne odakladım bakışlarımı ve küçük bir çocuk gibi o tuhaf soruyu sordum ona karşı. "Ben ağlamayayım da kim ağlasın?"

Hafif bir tebessümün yayıldı dudaklarında. Hayır, bu tebessüm benim acıma ait değildi. Bu tebessüm gözlerimde ne gördüyse ona aitti.

Sonrasında ne mi oldu?

Kollarını bana doladı.

Kim bilir, belki de bizim hikayemizin başlangıç noktası burasıydı.

Bölüm sonu!

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum ❤

Yektacığım neler yaptın öyle aaa xjwmjxns

Bakalım ileride daha neler neler olacak!

Terk Edilenler Durağı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin