Ne soğuktan yanağım, ne de oturmaktan kalçam sızlıyordu. Yumuşak bir yerde, üzerimde dört bir yanımı saran battaniye ile uzanıyordum fakat henüz gözlerimi aralayacak durumda olduğumu hissetmiyordum. Etrafın sessiz oluşu ise acaba biraz daha uyusam mı diye güzel bir soruyla zihnimi meşgul ediyordu.
Ben kimin evindeydim öyle?
Az önce uyumayı tekrar düşünen ben, bir anda açtığım için sızlayan gözlerimle birlikte etrafa hakim olmuş sarı ışığın aydınlattığı ortamı inceliyordum. Karşılıklı konulmuş iki koyu yeşil ve büyük koltuk takımlarının birisinde yatıyordum ve çaprazımda bir televizyon, televizyonun biraz ilerisinde ise kapı bulunuyordu.
Hızla yerimden doğrulduğum sırada sızlayan belime dişlerimi sıkarak katlanmaya çalıştım. Başım zonkluyor, sanırım fazla soğukta kaldığımdan dolayı, vücudumun her bir uzvu ağrıyordu.
Battaniyeden bacaklarımı kurtarmaya çalışırken bir yandan da evdeki sessizlik beni ürpertiyordu. Beni buraya kim veya -en önemlisi- kimin evine getirmişti?
En son durakta uyuya kalmadan önce yanımda sarhoş bir adam vardı.
Hayır hayır. Beni o sarhoş getiremezdi. Sonuçta daha zar zor konuşan bir sarhoş beni nasıl yerimden kaldırıp da buraya getirecekti ki?
Bulunduğum evden yükselen birkaç tıkırtıdan sonra üzerime hızla yayılan gerginlik ve korkuyla çabucak toparlanarak ayaklandım. Nereye gideceğimi veya ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Etrafıma kısa fakat dikkatli bir bakış daha attığımda montum ve yanında ki küçük çantamı fark ederek kısa süreli mesafeyi kat ettim ve eşyalarımı hemen üzerime geçirdim.
Kiminle karşılaşacağımı bilmediğimden eşyalarımın üzerimde olması benim için iyi bir fikir olabilirdi. Daha fazla bu odada kalamayarak kapıya ulaştım ve kulpu sessizce aşağıya indirerek buradan çıkmak üzere ilk adımımı dışarıya attım. Tahmin ettiğim gibi kapı gıcırdamamıştı ve bu kulaklarım açısından oldukça iyiydi.
Tedirgin adımlarımla koridorda dikilirken tam karşımda sarhoşu görmemle ufak bir çığlık firar etti dudaklarımın arasından.
Beni hatırlamadığını biliyordum. Bu yüzden de beni tanımayacaktı -ki zaten sarhoşkende tanışmamış sadece ona ufak bir yardımda bulunmuştum- ve şuan ki gibi bana yabancı gözlerle bakacaktı. Sanırım kısa süreliğine havaya kaldırdığı elleri çığlığım yüzünden oluşan bir refleksti. Buraz daha ses tellerime ve karşımda ki dünkü sarhoşa eziyet etmemek adına yumruk yaptığım elimin iç tarafını ağzıma bastırdım.
İkimizde birbirimize tuhaf bakışlar atmakla meşgul olup, tek kelime etmek için mücadele içinde değildik.
"Senin ne işin var burada?" Sert ve kaba olduğuna inandırdığı ses tonuyla ilk konuşan o olmuştu. Mantıklı bir soruydu ve ben de inşallah mantıklı bir cevap verirdim.
"Geceyi hatırladığını duymaya ihtiyacım var." Hı-hım, bunu ben söyledim. Bu aptalca cümleyi ben kurdum. Kaşları çatıldı ve bana Dünya'nın en saçma cümlesini kurmuşum gibi baktı. Zaten o bakışı atmakta haklıydı ki.
"Gece mi? Ne gecesi?"
İdil kendini toparla biraz. Buna ihtiyacımız var. Yoksa kolundan tutulduğu gibi kendini kapı önüne atılır halde bulursun. Tabii ki gidecektim buradan fakat atılarak değil, bizzat kendi ayaklarımla. Ama nereye gideceğim ki?
"Hayır! Gece falan yok! Yanlış cümle kurdum. Hatırlama... Çünkü hatırlanacak bir gece yok ortada değil mi? Sadece ufak bir yardım ettim o kadar. Sarhoştun zaten! Yoksa senin için kılımı dahi kıpırdatmazd..." Suratıma odakladığı bakışlarında ki ifadeyi görmem benim saçmalıklarıma devam etmemem için noktayı koymuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Terk Edilenler Durağı
Teen FictionKaybolmuş bir şehirde, gökyüzünün şehire olan isyanını dile getiren yağmurun üzerimi ıslatmasıyla sığındığım bir durakta, yara bere içinde bırakılan bir adamla bu Dünya'da yalnız kalmıştım. O günü hatırlıyorum da, üzeriyle yarışacak derecede dağılm...