10-Savaş

452 36 34
                                    


🌊

Sürdüğüm kırmızı ojelerin kuruması sandığımdan daha kısa zaman almıştı. Dikkatli bir şekilde önüme gelen perçemleri birleştirip onlardan küçük bir topuz yaptım, enseme değen diğer saç tutamlarınıda tarayıp şekil verince saçlarla uğraşma işlemim bitmişti.

Siyah V yaka bluzumun üzerine ince bir deri ceket çekip telefonumu ve cüzdanımı küçük bir çantaya koydum. Kot etek giydiğim için bacaklarımın buz tutacağından emindim ama adalet sarayının içinin sıcak olacağını biliyordum. O yüzden soğuğu sıkıntı etmedim.

Dudaklarıma dokundurduğum nude rujun üzerinden birkaç kez geçtikten sonra rujun kapağını kapatıp ruju çantama attım. Sanırım ciddi bir ortama girmek için hazırdım? En azından dış görünüşüm hazırdı. İçimi karıştırmayalım, lütfen.

Boy aynama dönerek ortasındaki kağıda bomboş bir bakış atıp eğildim. Yansımamı gördüğümde dudağımdaki ruju parmağımla dağıtıp "10.42." dedim kendi kendime. "10:47." Bu rakamları takıntı haline getirmem, bana problem arz etmiyordu. Nedensizce günümün çoğunu o rakamları sesli bir şekilde dile getirerek geçiriyordum. Galiba rakamları söylemek hoşuma gidiyordu. Hem akılda kalıcı etkileride vardı. Hemde bana tekerlemeleri andırıyorlardı.

"Tekerleme dedim de aklıma geldi." diye mırıldanıp odamdan çıktım. "Dal mı kartaldan sarkıyordu? Kartal mı daldan?" Merdivenlere yönelerek gözlerimi devirdim. "Gerçekten bunu düşündüm mü ben ya? Allahım Yarabbim! İyice hatlar gidiyordu bende!" Kendi kendime gülerek son basamağa indiğimde salondaki çatal bıçak seslerini işitebilmiştim. Yine bensiz kahvaltı ediyorlardı. Canım ailem!

Sırf meraktan etrafı pahalı vazolarla döşenmiş olan holü geçip kafamı kahvaltı masasına doğru eğdim. Ah, İclal ve Kaya yok muydu? Kahvaltılıkların fiyatı bugün inmiş olmalıydı. Malum, karakteri(!) fakirler sürekli bizim eve kahvaltıya geliyorlardı ya. Ondan öyle söyledim. Kesin kahvaltılıklar bugün indirimdeydi, aksini iddia eden ekonomi bakanıydı. Net söylüyorum.

"Derin?" diye sordu beni ilk fark eden eniştem. Elindeki çay bardağını masaya bıraktığında diğer aile üyeleride benden tarafa dönmüşlerdi. Bakıştık.
Ah, beni yok saymıyorlar mıydı artık? Benim için ne büyük şerefti ama! "Gelsene kahvaltıya?"

Gözlerimi boş sandalyeme kaydırdım. Sandalyeleri geri mi koymuşlardı? Şaşırtıcı. "Ee, nazik teklifinizi geri çevirmek zorundayım, cerrah enişteciğim." Gülümsedim. "Benim çıkmam gerekiyor. İşim var. Size afiyet olsun." Topuklu botlarımın üzerine dönüp dış kapıya yöneleceğim sırada benimle üç günün sonunda konuşmayı başarabilen babam "Ne işi o?" diye sormuştu. Duraksadım. Tuğberk'in mahkeme işini onlara anlatmayı pas geçerek "Hocama ödev teslim etmek zorundayım." dedim içinde duygu barındırmayan bir sesle.

"Ve ödevin nerede? O el kadar çantada mı?" Seçkin ağzına salatalık atarak umursamazca çiğnemeye başladığında "USB diye bir şey duydun mu?" diye sordum alayla. "Duymadın mı? Cahil."

"Derin..." Annem uyarıcı bir ifadeyle kaşlarını kaldırdı. "Lütfen." 'Lütfen her işine atlayan ikizine cahil deme anneciğim. Lütfen! Sonra psikolojisi bozuluyor.' Demek istemişti galiba? Okey. Bir daha ona cahil demeyecek, Allah'ın beyin koymayı unuttuğu varlık diyecektim. Gerçi annem ona da karışırdı ya. Neyse!

Seçkin laf atmayı bırakıp önüne döndüğünde yüzümü ilgiyle süzen babam mavi kravatını bollaştırarak "İyi." dedi donukça. "Git gel hemen."

"Git gel hemen?" diye tekrarladım onu. Niye hemen gidip geliyordum? Pardon?

"Dışarda sürtmeni istemiyorum." dedi açıkça. "Bilmem anlatabildim mi?"

Küçük Bir MeseleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin