33-Anı

339 23 13
                                    

                                           
❄️

Yaklaşık on beş ya da yirmi katlı, her yeri buz mavisi kavisli camlar ve parlak metalden ibaret olan yatırım şirketinin lobisine doğru yürüdüm. Hastaneden çıkar çıkmaz eve uğrayıp üstümü değiştirdiğim için zekama teşekkürlerimi yolluyordum çünkü şu anda lobide bulunan bütün çalışanlar -kız erkek ayrımı fark etmeksizin- bir moda dergisinden fırlamış gibiydiler.

Buraya fosforlu turuncu bağcıkları olan eşofmanım, kabarık mavi tüylü montumla gelseydim eğer etraftaki moda anlayışı zirvede olan insanlara rezil olmadan önce güvenlik görevlisinden silahı alır kafama sıkardım. Net söylüyorum.

Üstümdeki siyah deri cekete ve koyu mavi gömleğe minnettarca bir bakış bakıp altımdaki kalem eteği süzerek asansörlere yöneldim. Jülide'den aldığım mat siyah topukluların çıkardığı sesler lobide diğer insanların çıkardığı seslere karışıp sessizleşirken ilk açılan asansöre kendimi atıp çıkacağım katın tuşuna bastım.

Aslında hava çoktan kararmıştı. İstesem bugün evde kalabilirdim ama ben Rezan'ın yanına uğramak istemiştim. Hastaneden çıkışım uzun sürmeseydi onun yanına daha erken uğrayabilirdim tabii. Ve evet hastaneden çıkışım beklediğimden de uzun sürmüştü. Çünkü çıkışta Jülide ile dedeme yakalanmış -babama yakalanmadığımıza dua ediyorum- dedemin bizi salmaması sonucunda da onunla üst kattaki bir kafeye çıkıp iki saate yakın bir sürede sohbet etmiştik.

Dedemin o sohbet sonucu Jülide'ye ısındığına emindim. Zaten Jüjü'nün benimle hastaneye gelmesinin en büyük amacıda buydu ya. Benim ailemden birinin Jülide'yi yakından tanıyıp beni -özel hayatımı- az da olsa rahat bırakmaları, amacımız buydu ve bu amacımızı bugün gerçekleştirdiğimizi düşünüyorum çünkü dedem gerçekten Jülide'yi sevmişti. Her ne kadar bana babamın dolduruşuyla biraz laf soksada Jülide'yi sevmişti ya.

Bu bana yeterdi.

Asansörün kapısı iki yana açıldığında bulunduğum katta birilerinin olmaması işime gelmişti. Omzumdan kayan çantamı düzelterek asansörden indim; doğrudan koridorun sonundaki cam kapıya ilerledim.

Biraz düşününce, aşağıdaki insanların beni tanıyor olma ihtimalleri oldukça yüksek olduğunu biliyordum ama burada şöyle bir avantajım vardı ki herkes saat gecenin körüde olsa arı gibi çalışıyordu. Bu kanıya kendi gözlemlerimle sadece bir günde varmıştım. Yani kafalarını kaldırıp beni süzerek magazin programlarını hatırlamaları ve adımı öğrenmeleri ondan sonra da medyaya beni ifşa etmeleri bayağı aşamalı bir iş olurdu. Onca işin arasında kimse böyle bir şeyle uğraşmazdı diye düşünüyorum.

Öte yandan Rezan'ın beni magazinde tanıma olasılığı bayağı düşüktü. Rezan'ın sosyal medyayla ya da saçma sapan magazin programlarıyla işinin olmadığını onu görür görmez anlamıştım zaten. Rezan kendi halinde, saf, temiz kalpli, iyi bir çocuktu. Bu kanıya da bir günde varmıştım, evet. Umarım onun hakkında yanılmazdım ki yanılacağımı hiç zannetmiyordum.

Rezan iyi bir çocuktu ya. İyi çocuk olmasının yanında pek teknolojiyle ya da sosyal medyayla alakasıda yoktu. Koca bir şehire ilk defa geldiğini söylemişti. Hastanede yaşam mücadelesi veren babasını saymazsak eminim ki şu günlerde kendini yapayalnız hissediyordu. Ailesi ona rest çekmişti, kardeşleri ona sırtını çevirmişti. Bu şehire ve bu şehirin insanlarına ayak uydurmaya çalışması bir yana dursun, ailesinin ona davranışlarını sindirmek diğer bir yana dursun bir de zavallıcık anlam veremediği şirket işlerine yoğunlaşmaya çalışıyordu.

Yani onun işi başından aşkındı. Sosyal medyaya ya da normal medyaya ayıracak vakti olmadığından benim gerçekte kim olduğumla ilgilenmeyecekti, kim olduğumu öğrenemeyecekti. Aslında kim olduğumu öğrensede benim için bir sıkıntı yoktu. Çünkü ben Fulya abla gibi düşünmüyordum. Kendi isteğimle babamın yolundan gitmemeyi tercih etmiş ve şirket -mühendislik- işlerinden uzaklaşmıştım. Hâlâ da uzaktım. Mühendislik ve şirket işlerinden.

Küçük Bir MeseleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin