18-Zaman

394 29 35
                                    


🌊

Gecenin geç saatlerine ilerlemiş bir şehirde, yıldızların evimin dört bir yanındaki ormanlığa ışıklarıyla vurduğu zaman diliminin tam içerisindeydim. Huzur bulduğumu fark ettiğim evimin içerisinde, ilk defa yalnız kalmamın zevkini çıkarıyordum. Elimde bir kahve kupası, altımda tahta bir sandalye, hemen çaprazımda duran havuz... Bana huzurun tanımını yapıyorlardı. Ha bir de ormanlıktan yükselen cırcır böceklerinin sesi.

Daha ne isteyebilirdim ki?

Huzur doluyum faslını geçersem eğer içimde şu anda deli divane dolanan bir his daha vardı. Merak.
Merak ediyordum.

Jülide'nin halası Fulya ablayı merak ediyordum. Onun misafiri olduğumuz gecenin ardından sabahleyin kahvaltı masasında bir şekilde yine bize önerdiği yardımı kabul etmiş ve evlere dağılmıştık. Jülide ile yine konu hakkında tartışsada onuda ikna ettirmeyi başarmıştı. Bize yardım edeceğini söylemişti.

Yardımdan kastının ne olduğunu tam olarak bilsekte bize yardım edeceğini söylemiş, sadece doğru zamanı beklememiz gerektiğini dile getirdikten sonra hepimizin telefon numaralarını alıp bizi özel şöförüyle evimize bırakmıştı. Nedense Fulya ablaya güvendiğimden midir? Nedir bilinmez ama samimiyetini hiç sorgulamamıştım. Bize yardım edeceğinden emindim. Ama nasıl, ne zaman, nerede edecekti? Hiçbir fikrim yoktu. Bu konu kafamı çok kurcalasada üstünde durmamıştım. Ama merak ediyordum.

Sabahtan beri merakım içimi kemirmişti. Genellikle içimi kemiren merakın sonuçları benim ya da çevremdekilerin açısından pek iyi olmazdı. Kötü düşünmek istemiyordum.

Aynen. Kötü düşünmeyeyim.

Gerçi nasıl kötü düşünmeyeyim ki? Yani nasıl düşünmeyeyim ki? Şu anda evimde yalnızdım ve ben yalnız olunca sürekli düşünen bir insandım, lanet olası huylarımdan biriydi.

Maalesef ki!

Bu akşam evde yalnızdım çünkü bugün Görkem'in hastanede nöbeti vardı, Jülide'nin şansına stajı öğlen başlamıştı ve onu aradığımda bana sabaha kadar staj yaptığı ofisin dosyalarını düzenlemesi gerektiğini söylemişti. Yani o da bu akşam yanımda yoktu. Tuğberk'in ise yarına çalışması gereken iki önemli sınavı vardı, o da kendi evindeydi. Gecenin ilerleyen saatlerinde yanıma gelir miydi? Bilmiyordum ama gelmesini umuyordun çünkü çok sıkılmıştım.

Öğlenden beri kendi evimde yalnızdım ve itiraf etmem gerekirse yalnızlığa pek alışamamıştım. Şu anda bir ses aramamı kalabalık bir aileden gelmemin zararı olarak algılıyordum. Sırf bahçeye ufakta olsa bir ses gelsin, içimi rahatlatsın diye içerdeki televizyonun sesini sonuna kadar açmış, reklam seslerini orman boyunca yankılatmaya başlamıştım.
Sanırım ses duymayı seviyordum. Herhangi bir ses...

Göğüsümü aldığım nefesle şişirip buz gibi olmuş kahvemden bir yudum aldım, önümdeki kitaba döndüm. Gözlerimi cinayet romanının heyecanlı satırlarında gezdirmeye kaldığım yerden devam ederken nedensizce olduğum yere birden çok ağır geldiğimi hissetmiştim, üzerinde oturduğum sandalyede kıpırdanarak kafamı kaldırdım. Ve tam o esnada dibimde duran küçük sehpanın üstündeki telefonum çalmaya başlamıştı. Romanın kaldığım sayfasını büktükten sonra kapağa yavaşça kapatıp onu sehpanın üzerine koyarak telefonumu elime aldım. Arayanı görmemle birlikte üzerimdeki ağırlığı unutarak telefonu açıp kulağıma getirdim.

"Alööğğ? Kraliçenin telefonu. Buyrun?"

"Bak bak, egoya bak hele. Çirkef." Görkem'in yumuşak tınılı sesi zihnimde yankılanırken bacak bacak üstüne atarak güldüm ve gözlerimi havuza diktim. "Napıyorsun?"

Küçük Bir MeseleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin