24- Ev

356 34 19
                                    


Multia media: Tuğberk Akar

🌊

~Hangisi daha zor bilemiyorum; başkaları için kendinden vazgeçmek mi yoksa kendin olduğun için başkalarının senden vazgeçtiğini görmek mi? Falsatalarla dolu insanlar... ~

Kanepeye iyice yayıldıktan sonra sırtımı arkamdaki yastığa bastırdım. Yaklaşık üç saattir bulunduğum kanepede pozisyon değiştirmekten bacaklarım ağrımış, belim tutulmuştu. Acaba kaç saat daha beni bu odada tutucaklardı? Merak ediyordum doğrusu.

Oflayarak beyaz tavanda gözlerimi gezdirdiğim sırada odanın kapısı aniden açıldı. Şükür dualarımı sesli etmekten son anda vazgeçerek gelen kişiye baktım. Yüzüm saniyesinde ekşirken "Keşke senin yerine gelen kişi Azrail olsaydı." dedim dürüstçe ve ekşittiğim yüzümü parmağımla işaret ettim. "En azından yüzüm onu gördüğümde bu şekle girmezdi."

Babam güler gibi bir ses çıkartıp yavaşça kapıyı kapattı. Çıkardığı sesin aksine yeşil gözlerinin içi pek gülmüyordu. "Seni gördüğüme bende sevindim, Derin."

Onu bir ayın sonunda görmemin içimde bıraktığı burukluğa tutunurken, bana ne yapmış olursa olsun ben yine üstündeki 'Baba' kalıbının hatrı için saygımdan ödün vermemeyi seçtim. Yayıldığım kanepede dikleşerek ayaklarımı zemine yerleştirdiğimde temkinli adımlarla yanıma gelip "Nasılsın?" diye sordu, sesinde saf bir ilgi vardı. İlgisi saftı belki ama o ilginin gerçekliğinden emin değildim.

Tam karşımda durdu. Gözlerinin içine bakmak için kafamı kaldırmak zorunda kalmıştım. Göz göze geldiğimiz birkaç saniye bana birkaç yılmış gibi gelirken alt dudağımı dişleyerek onu baştan aşağıya süzdüm. En son babamı gördüğümde koyu kumrala kaçan kısa kesim saçlarında daha az beyazları vardı; ayrıca göz çevresindeki kırışıklıklarıda eskiden çok fazla belirgin değildi ama şimdi... Çökmüştü. Hem fiziksel, hemde psikolojik olarak çökmüştü.

Sanırım bu tehdit olayları onu çökertmişti. Keşke onun çöktüğüne üzülebilseydim.

"İyiyim." dedim mesafeli bir sesle. İyiyim. Son birkaç aydır bu yalanı çok kullanıyordum. Umarım sırf bu yalan yüzünden cehenneme gitmezdim.

"Bende iyiyim," Sormamıştım ki? "Yemek göndermiştim. Yedin mi?" Üstündeki siyah takımın ceketini silkeleyerek yanımdaki boş alana oturduğunda derin bir nefes aldım. Yemek yedin mi? Bana attığı kazıklar yemekten sayılıyor muydu? Sayılıyorsa ben bir obezdim. Sayılmıyorsada az önce gönderdiği yemeği yememiştim.

"Neden geldin buraya?" Vücudumu ona doğru çevirerek bomboş bakan yeşillerimi onun yeşillerine diktim. Bu sorumu beklememişti. "Eğer birkaç saat önce o alanda söylediklerim yüzünden bana çemkirmeye geldiysen, rica ediyorum çemkirmeni sonraya ertele. Başım ağrıyor, çemkirmeni kaldıramam şu an."

Bana baktı. Yalnızca bana baktı. Yorgun gözüken yeşillerinin içine oturan duygu mideme bir yumruk indirirken ani kesilen nefesim beni afallatmıştı. Pişmanlık. Gözlerine oturan duygu buydu. İyi de neden pişmandı ki? Yoksa düşündüğüm şey yüzünden mi? Bana haksızlık ettiğini anlamış olabilir miydi?

"Hiç yanında durmadım, değil mi?" Sorusu duraksamama neden olmuştu. Evet sanırım anlamış olabilirdi. "Hayatında bir kez olsun yanında durmadım, öyle değil mi?"

Çenesinin titrediğine şahit olduğumda bir an ne diyeceğimi şaşırdım. Yirmi yıllık hayatımda babamla olan neredeyse bütün anılarım zihnimden ışık hızıyla geçerken en son ne zaman onu böyle kötü bir haldeyken gördüğümü hatırlayamamıştım. Hatırlayamamda gayet normaldi. Çünkü ben onu hiç böyle görmemiştim. Yıkılmış? Pişman? Mahçup? Çökmüş? Çaresiz? Neydi bu halinin ismi?

Küçük Bir MeseleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin